Okul tabanlı bilgi ve öğretim süresi arttıkça yeni öğrenme ve gelişme açıklığı da azalmaya başlıyor. Çünkü yeni bilginin mevcutla etkileşiminin süre ve nitelik olarak da yükselmesi gerekiyor. Bu sebeple marifete dönüşmeyen ya da “dışarısı ile kaynaşmayan” bilgi yük oluyor; bozulmayı getiriyor. Diğer taraftan; ahlâk üretmeyen eğitim çürümeye yol açıyor. Enfüsî bilgi ve eğitimin afâkî karşılıklarını bulma gereği ancak “hayat” safhasında belirleniyor.
Verilerin etkileşimi kritik nokta. Tevhid itikadı işte bunu belirler. Bediüzzaman gibi dehaların gençliklerinde formal eğitim yöntemlerini reddi sistematize olamamak değil sınırlı sistem zorlamasını (paradigmaya itiraz) kabul etmemelerindendir. Mimar Sinan’da da bu böyleydi. Einstein’da da. Farklı tereddütler ortaya çıkar. Yoksa cahilin cesaretinden korkmak lâzımdır.
Hazret-i Ali: “Cesaretin âfeti, ihtiyatı elden bırakmaktır” demiştir. İlmin “temkinli yürüyüşü” Bediüzzaman’ın “telâhûk-u efkâr” dediği zinciri kurabilmiştir. Bu hem fennin hem de din ilimlerinin sahip çıkacağı “urvetü’l-vuska”ya uzanacaktır.
Eğitimdeki etkileşim ise Zeynep Avanoğlu’nun “Eğitim Psikolojisine Çağdaş Bir Yaklaşım” kitabında “öğretişim” kelimesi ile ifade ettiği “öğrenci öğretmenden öğrendiği gibi öğretmen de öğrenciden öğrenmelidir” şeklinde kabul edilmelidir. Bilgilerin etkileşimi gibi öğrenmelerin de etkileşimi her bir şeyin her şeyle iletişimini “tevhid” üzerinde tanımlayabilir. Bediüzzaman’ın “ben de bir ders arkadaşınızım” ve “olsa olsa bir üstadlık ortaya girer” demesi yöntemin keşfini ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, psikolog R. Feuerstein bir kuram geliştiriyor:
1. Öğrenci bağımsız olarak, “arkadaş”larıyla iletişim kurarak öğrenmeyi gerçekleştirebilecektir.
2. Öğretmen ve öğrenci, öğrenme süreci içinde aktif olarak birbirleriyle iletişim kurmalıdır.
3. Öğrenci, öğrenme sürecine, öğrenilen bilginin yararına ve kullanışlığına inanarak katılmalıdır.
4. Öğrenme sürecinin sonunda öğrenci bütün öğrenme malzemelerini rahatlık, kolaylık ve bağımsızlıkla kendi başına kullanabilir ve onları yönlendirebilir hale gelmelidir.
Hiçbir müfsid ben müfsidim demez, diyor Bediüzzaman, daima suret-i haktan görünür. “Yahut bâtılı hak görür. Evet kimse demez ayranım ekşidir.” Şu halde ölçme ve değerlendirme neticeyi belirliyor.
Bunun yöntemini de Bediüzzaman şöyle özetliyor: “Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz.” (Münâzarât) Bu aynı zamanda ölçme ve değerlendirmenin de ölçütüdür. Gözlenen niteliklerin veya değişkenlerin sayı veya sembollerle belirtilmesi olan ölçme ve bu sonuçların bir ölçütle (mihenge vurmak) karşılaştırarak, ölçülen nitelikler ile ilgili bir değer yargısına, anlamlandırma, karar veya yorum yapma sürecidir. Bediüzzaman bunu da “talebe” ile paylaşıyor. Öğretişim sonucunu da birlikte ölçme ve değerlendirme içinde bütünleştiriyor.
Aynı zamanda Bediüzzaman “insanî değer” ölçüsünü de şöyle veriyor:
“Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu’ ile tekavvüs edecek ve eğilecek.. tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu’dur. Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür.” (Hutbe-i Şamiye)
Bilginin, verilerin gittikçe arttığı tarih seyrinde kişisel kaliteyi (değer/nitelik/keyfiyet) belirleyen ölçme ve değerlendirme yoluyla soyutlama ve yorumlama yeteneğindedir. İbn-i Sina’nın, meselâ, dehası bilgi ya da veri niceliği ile değil bunlara getirdiği yorum kalitesi ve üretime dönüştürebilme yeteneği ile ölçülmelidir.
Bediüzzaman’ın yorumu: “Bu zamanda bedihiye ve ulûm-u âdiye sırasına girmiş pek çok mesail var; zaman-ı mazide gayet nazarî ve hafî ve bürhana muhtaç idiler. Zira görüyoruz: Şimdilik coğrafya ve kozmoğrafya ve kimya ve tatbikat-ı hendesiyeden çok mesail var ki: Mebadi ve vesaitin tekemmülüyle ve telâhuk-u efkârın keşfiyatıyla, bu zamanın çocuklarına dahi meçhul kalmamışlardır. Belki oyuncak gibi onlar ile oynuyorlar. Halbuki İbn-i Sina ve emsaline nazarî ve hafî kalmışlardır. Halbuki hikmetin bir pederi hükmünde olan İbn-i Sina, şiddet-i zekâ ve kuvvet-i fikir ve kemal-i hikmet ve vüs’at-i kariha noktasında bu zamanın yüzlerce hükemasıyla muvazene olunsa, tereccuh edip ağır gelecektir. Noksaniyet İbn-i Sina’da değil; çünki ibn-i zamandır. Onu nâkıs bırakan, zamanın noksaniyeti idi.” (Muhakemat)
Nitelikli düşünmeyi teşvik eden yöntemler: Nickerson’un iddiasına göre nitelikli düşünme tutarlıdır, derindir, üretkendir, elverişli bir şekilde ortaya konur ve de tesadüfi olmayıp, üzerinde çalışılarak geliştirilebilir.
Feuerstein, nitelikli düşünmenin gereklerini şöyle sıralar: Kasıt, ısrar, netlik, aynı kararlar yerine temkin, hemen karara bağlamama; bilgili olma arzusu; sebep ve delil arama ve verme; açık fikirlilik; tarafsızlık;delil ve mantık yeterliyse, fikrinden vazgeçebilme.
Piri Reis’in gezi ve gözlemleriyle eski eserlerden elde ettiği bilgileri mezc ederek ürettiği haritaları gibi... Burada Reis’in “kerameti” soyutlama gücünün ürettiği mahsus sistematiği yakalayabilmiş olmasıdır. Tevhid akidesinin insan zihnine getirdiği vüs’at “paradigma”yı yırtan bir işlerlik karakteri vermiştir. Hem de aynı anda estetiğini de üreterek. Kâinat çarkının içine mükemmel bir uyumla katılır. Sinan, Piri Reis, İmam-ı Azam ve Bediüzzaman gibi dehalar yeteneklerini mahsus sistemler ve evrensel estetikle (hüsn-ü mücerred) kolayca birleştirebildiler. Burada “imam” denilen dehaların diğer bir farkı; buldukları sonuçları umuma ders verebilecek yeteneklere haiz olmalarıydı. Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra ideali de bunu çalıştıran bir yapıyı kuracaktır. Bunun da unsurları öğretişim, ders arkadaşlığı v.s.. “hakikî kardeşlik vasıtaları”dır.