“Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünkü o bulunmazsa, bütün maksatlar beyhude olur. Çünkü anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, manasız bir kâğıttan ibaret kalır.”1
O halde, Kur’ân ile Peygamber (asm) arasındaki bağ kurulmuştur. Bu bağ başka dinlerdeki gibi değildir.
“... Çünkü bir İsevî, Müslüman olsa, İsâ Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Mûsevî, Müslüman olsa, Mûsa Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemâlâta medar hiçbir hâlet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.”2
Kâinatı istilâ etmiş bir block-chain! Sisteme girmek ve kalmakla sistemden çıkmak son derece açık ve güvenlidir.
O halde soru şu: Kur’ân’ın insanlara indirilmesi, herkese hitap etmesi, evrensel mesajlar taşıması onu açık bir kaynak yapar mı?
Bir kitap muallimsiz olmaz. Kitap bu durumda araç değildir. Her başına geçirenin görebildiği/kullanabildiği bir sanal gerçeklik gözlüğü değildir. Kur’ân’ın bir kelâm-ı ezelî olması ile bir de muallimi olması zorunluluğu vardır. Onun (asm) ders dairesi dışında bir ‘Kur’ân okuması’ mümkün değildir. Onun halka-i zikri dışında bir ses ve söz çıkamaz. Onun ders dairesinden çıkan, bir daha hiç bir şeye tutunamaz. Kitap boşa düşer. Akıl terazisi/kâinat dengesi bozulur. Ruhu çöker. Olsa olsa bir serseri olur. Başını döndürür, çarpar. Kıyametini koparır.
Felsefe yaparak (Akıl feneri, sanal gerçeklik gözlüğü takarak) Kur’ân anlaşılmaz yani. Kur’ân felsefî/kurgusal bir alanda üretilebilecek bir yapı değildir. Bir ‘bilim’ de değildir. Akademik bir sürecin bir yerinde karşına çıkabilecek bir ‘ortam’ değildir. Kur’ân bir sebep ya da sonuç değildir. Yani, “nedensellik” burada işlemez. Kur’ân, nübüvvet halkasına dahil olunarak nasiplenilecek sonsuz bir nimet-i İlâhiyedir. İlimdir. Ameldir. Sâfiyettir. Nübüvvet olmadan kâinatta tevhid olmaz. Nübüvvet silsilesi olmadan kitap silsilesi de olmaz. Kur’ân bütün kitapların mütemmimi ve mükemmeli olduğu ve muallimi bütün peygamberlere Üstad olduğu için Onun (asm) zinciri dışında mukaddes bir bağ yoktur. Onun (asm) dersi dışında bir ders halkası yoktur. Bütün mealler, tefsirler o dersin neticesi olmak zorundadır.
Buna en çağdaş örnek Risale-i Nurlar’dır. Nitekim Bediüzzaman’ın mümtaz talebesi Abdülkadir Badıllı Risale-i Nur’un Kudsî Kaynakları adlı çalışması için Hindistan’dan Arabistan’a, Lübnan’a Irak ve Mısır’a pek çok âlimle görüşmüştü. Neticesinde Risalelerin, Badıllı’nın ifadesiyle, 250 binden fazla hadis ihtiva ettiğini görmüştü.
“O Bediüzzaman ki; bütün ulema-i İslâmca, bilhassa Osmanlı son devrinin en büyük ulemasınca harika ve mevhibeli ilmî kudreti, zekâsı, feraseti ve dehası ve bilhassa hadis ilmindeki küllî vüsûku müttefikan kabul edilmiş bir allame-i asırdır.”3
Darü’l-Hikmet’teki âzâlığı hadis ilmindeki uzmanlığı sebebiyle mümkün olmuştu.
Hatta Beyrut, Şam ve özellikle Mısırlı âlimler “Risale-i Nur’da hadisten başka bir şey yoktur,” demek zorunda kalmışlardır. Ya ifade olarak ya da mânâ olarak hadisle Kur’ân’ı ve İslâm’ı açıklamıştır eserler. Sadece zamanın ilcaatına göre farklı elbiseler giydirilmiş. O da ders-i Nebevîden ayrı değildir. (Risaleler neden sadeleştirilemez sizce? İşte bu bağ sebebiyle!)
Bediüzzaman’ın “şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz” vurgusu Peygamber Efendimizin (asm) bir başka üstünlüğünü gösterir. Tarihte hayatı baştan sona bütün safhalarıyla görülmüş/kaydedilmiş olan tek peygamberdir. Sözleri de buna dahildir. Bütün sözleri işitilip kaydedilmiş de tek peygamberdir.
Sonuç olarak; Kur’ân açık kaynak değildir; mualliminin zincir-i nuranîsi ile bağlıdır. Onun serzakiri olduğu halka-i zikre girmeden uzaktan, tek başına tefsir edilemez. Vesselâm.
(Not: Açık kaynak, herhangi bir yazılımın kaynak kodunun, herkes tarafından erişilebilir ve değiştirilebilir olduğu bir yazılım lisanslama modelidir.)
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 147.
2- Emirdağ Lâhikası, s. 578.
3- Mufassal Tarihçe-i Hayat