Türkiye’de demokrasi kavramı, sıkça tartışılan ancak bir türlü gerçek manasıyla hayata geçirilemeyen bir yönetim biçimi.
Anayasaya baktığımızda, tamamının askerî müdahaleler sonrası hazırlandığını görüyoruz. Yani, milletin iradesinden ziyade darbecilerin belirlediği çerçevede bir yönetim anlayışı oluşturulmuş. Bu da gerçek demokrasiyi imkânsız hâle getiriyor.
Ancak problem yalnızca anayasalarımızla sınırlı değil. Çok partili hayatın varlığı, demokrasinin tam kapasiteyle işlediği manasına gelmiyor. Zira siyaset sahnesine baktığımızda, “lider sultası” adı verilen bir realite ile karşı karşıyayız. Siyasî partiler, halkın görüşlerini temsil etmek yerine, parti liderlerinin iradesine teslim olmuş durumda. Adaylar ön seçimle değil, çoğunlukla lider ve dar bir yönetici kadro tarafından belirleniyor.
Bu sistemde halk, seçtiklerini tanımıyor; seçilenler de millete yabancı kalıyor. Demokrasi, sadece sandığa gitmekle değil, halkın yönetime gerçekten etki edebilmesiyle anlam kazanır. Eğer halk, adayları bizzat belirleyemiyorsa, vekilleriyle sürekli iletişim hâlinde olup onları denetleyemiyorsa, yalnızca seçim günü oy kullanmanın demokrasi olduğuna inanmak büyük bir yanılgıdır.
Bediüzzaman Said Nursî, gerçek demokrasinin ancak “meşveret” yani istişare ile mümkün olabileceğini müteaddid eserlerinde defalarca vurgulamıştır. Ona göre, yönetimde şahısların iradesi değil, ortak akıl ve istişare belirleyici olmalıdır.
Bediüzzaman “Meşrutiyet-i meşrua [İslâmî esaslara uygun anayasal yönetim biçimi], hakikî adalettir. Hukuk-u umumiye, şahsî menfaatlere feda edilmemelidir.” der.
Lider sultası veya şahsî menfaatlerin öne çıkarıldığı bir sistem, halkın haklarını koruyamaz. Üstad, yöneticilerin halkın hizmetkârı olması gerektiğine dikkatleri çeker.
Nitekim Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında dile getirdiği fikirler, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Demokrasinin işlerlik kazanabilmesi için “ehliyet” ve “adalet” kavramlarının yönetimde hâkim olması gerektiğini belirtir.
Gerçek bir demokrasi için siyasî partilerde lider sultasının kaldırılması sağlanmalıdır.
Demokrasiyi yalnızca sandığa gitmekten ibaret gören anlayıştan kurtarıp, halkın yönetime doğrudan katılımını arttıracak mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Bediüzzaman Said Nursî’nin vurguladığı gibi, gerçek demokrasi ancak “hürriyet-i şer’iye” yani ahlâkî ve hukukî temellere dayalı bir hürriyet anlayışıyla mümkündür. Eğer demokrasi, sadece oy kullanmaktan ibaret bir sistem olarak kalırsa, halk iradesi yönetime gerçek anlamda yansımaz. Liyakatsiz yöneticiler ve yönetimler varlığını sürdürür.
Türkiye’de demokrasiye gerçek mana ve işlerliğini kazandırmak istiyorsak, önce halkın iradesini her merhalede belirleyici kılacak bir sistem inşa etmeye mecburuz. Mükemmel demokrasi belki zor ama imkânsız değil. Yeter ki halk iradesini hiçe sayan, jakoben, vesayetçi mevcut yapıları sorgulayıp değiştirecek kararlılık ve cesareti gösterelim.