Ülkemizde hukuk çoğu zaman hâkim siyasî gücün sopası olarak kullanılmıştır. Bu durum tam bir geri kalmışlığın, acı hatıraların kara sayfası olarak tarihteki yerini almıştır.
Dünün hukuksuzlukları ne kadar yanlışsa, bugünün hukuksuzlukları da o kadar yanlıştır. Adalet, yalnızca kişilerin haklarını koruyan bir mekanizma değil, aynı zamanda toplumun huzurunun ve devletin bekasının temel direğidir. Bediüzzaman Said Nursî, adaletin her zaman ve herkes için uygulanması gerektiğini, aksi takdirde zulmün hâkim olacağını mealen şöyle ifade eder:
“Adalet-i mahza, hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez, düsturu ile her ferdin hakkını muhafaza eder.”
Bu ilke, hukukun keyfî bir şekilde işletilmesini, güçlüye göre şekillendirilmesini reddeder. Gerçek adalet, yalnızca belirli bir kesime veya döneme göre olan değil, daima ve herkes için geçerli olan evrensel bir ilkedir.
Günümüzde, hukuk zaman zaman belirli kişi veya grupların menfaatine göre şekillendirilmeye çalışılmakta, adalet anlayışı ise siyasî ve ideolojik hesaplara kurban edilmektedir. Bediüzzaman, bir milletin bekası için hakikî adaletin şart olduğunu vurgulayarak mealen şu ikazda bulunur: Zalim izzet içinde, mazlum zillet içinde kalırsa, kâinatın düzeni bozulur.
Bu ilke de hukuksuzluğun sadece bireysel mağduriyetlere değil, toplumsal düzenin çöküşüne de yol açacağını açıkça ortaya koymaktadır. Eğer bir devletin hukuku güçlünün çıkarlarına hizmet etmeye başlarsa, toplum içindeki adalet duygusu yok olur ve güvensizlik hâkim olur.
Bu noktada kritik soru şudur: Ferdî haklar mı daha önemlidir, yoksa toplum düzeni mi? Bediüzzaman bu ikileme cevap olarak, hakikî adaletin esas alınması gerektiğini söyler. Yani, ferdin hakları feda edilerek toplum düzeni sağlanamaz.
Bugün Türkiye’de herkes hukukun üstünlüğünü koruma sorumluluğu altındadır. Yargı, yalnızca belirli dönemlerde veya belirli gruplar için değil, her zaman ve herkes için âdil bir şekilde işlemelidir. Geçmişte yapılan hukuksuzluklar, bugünkü adaletsizlikleri meşrulaştırmaz; aksine, geçmiş hatalardan ders çıkararak daha sağlam bir hukuk devleti inşa etme mecburiyetini ortaya koyar.
Zulüm üzerine kurulan hiçbir sistem, uzun vadede ayakta kalamamıştır. Adaletin olmadığı bir yerde, baskı, zulüm ve toplumun çöküşü kaçınılmazdır. Bugün ihtiyacımız olan şey, hukukun üstünlüğünü tam manasıyla tesis etmek ve adaleti her ferd için teminat altına almaktır.
Adaletin sağlanması için yargı bağımsız olmalı, hiçbir kişi, kurum veya ideolojinin sopası hâline getirilmemelidir. Unutmamalıyız ki güçlü bir devletin temeli, bağımsız, tarafsız ve âdil işleyen bir hukuk sistemine dayanır.