Bir İlâhî ikaz olan deprem, aynı zamanda bir arzî musibettir. Musibetler, mü’minin imanını, kâfirin de küfrünü arttırır.
1939 yılı sonlarında yaşanan İzmir ve akabindeki Erzincan Zelzelesi, o tarihte tam da böylesi bir tesir hâsıl etmiş.
Mütevekkil mü’minler Rabbine daha çok yaklaşmışlar. İbadetlerine daha ziyade dikkat göstermeye başlamışlar. İslâmiyet düşmanları ise, tam aksine daha da azgınlıklaşmaya yönelmişler. Akılları başlarına gelmediği için, bilhassa dindar vatandaşlara karşı daha sert ve acımasız politikaları devreye sokmuşlar.
*
Burada bahsini ettiğimiz noktaya işaret eden Üstad Bediüzzaman, S. T. Gaybî isimli eserinin bir haşiyesinde 7.9 şiddetindeki Erzincan depremiyle ilgili olarak şunu ifade ediyor: “... Evet, bu geçen zelzele, kıyametin zelzele-i kübrasından haber verir gibi sarstı; fakat akılları başlarına gelmedi.”
Oysa, Zilzâl Sûresi’ne dair 14. Söz’de de ifade edildiği gibi “Şu sûre katiyen ifade ediyor ki: Küre-i arz, hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor, bazen da titriyor.”
Ne var ki, yerin emir altında titremesi dahi, bazı gafilleri uyandırmaya yetmiyor. Gaflet tabakası o derece ağırlaşmış durumda. Geçen sene deprem bölgesindeki bazı şehirleri ziyaret ettik. Bilhassa nisa taifesindeki bazı gafillerin haya damarı maalesef çatlamış durumda. Eskide de var olan açık-saçıklığın yerine âdeta çıplaklık modası almış gibi, bazı genç kız ve kadınları hayvandan da aşağı bir derekeye düşürmüş.
*
Tahkikî iman sahipleri, arzın sarsıntılarından, yani zelzele nârasından korkmaz. Depreme karşı her türlü tedbiri almaya çalışır; fakat, daimî bir korku içinde yaşayarak hayatını heder etmez.
Deprem ânındaki sarsıntının ekser insanları korkuttuğu bir vakıa. Artçı sarsıntılardan gelen korku belâsı ise, bazı kimselerin sinir sistemini tahrip ederek onların hayatını azaba çeviriyor.
İşte, tam da bu noktada tevekkülün kat’i lüzumu kendini gösteriyor. Tedbirden sonra tevekkül kalesine sığınmak lazımdır ki, deprem fobisi bünyeye yerleşip de kişiyi esir almasın.
Lemeat isimli eserde mü’minleri teselli edip mütevekkil olmalarını telkin eden Hz. Bediüzzaman şunları ifade ediyor: "Zelzele nâraları, hadisat sayhaları [çığlıkları] sizi hiç korkutmasın, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkar, bir demdeme-i tesbih, velvele-i naz ü niyaz” var.
*
Mevzuyu 14. Sözün Zeyli’nde yer alan “manevî cânipten gelen” bir sual-cevap ile toparlayalım.
Suâl şöyle: “Bu büyük zelzelenin maddî musibetinden daha elîm, manevî bir musibeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me’yusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek dehşetli bir azap vermesi nedendir?”
Bu mühim suâlin cevabı ise şöyledir: “Yine manevî cevap. Şöyle denildi ki: Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde, kemâl-i neş’e ve sürûrla, sarhoşçasına, gayet heveskârâne şarkıları ve bazan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyetin her köşesinde cazibedârâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi.”
Evet, her halükârda deprem korkutuyor. Ama, bu korku ecele çare olmadığı gibi, mukadder akıbeti de değiştirmiyor.
Kezâ, deprem korkusunun hazin ölümlere ve dehşetli yıkımlara da bir faydası yok. Depreme karşı yapılacak en mühim iş, önce tedbir almak, sonra da Rabbine tevekkül etmektir.