Hayat ve hürriyetimizi muhafaza için temel ihtiyaçlarımızı karşılamalıyız, yahut karşılanmalıdır.
Bunlar genel olarak, nafaka, yani geçim şartları: Yiyecek, oturulacak ev, giyim ve temel ev eşyası, mal, sanat ve mesleğe ait alet, binek, ilim için kitap ve yayınlardır. Zirâ, “İnsanın vazife-i fıtriyesi taallümle tekemmüldür [fıtrî, yaratılışının gereği gelişmek], dua ile ubûdiyettir […] Bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir.”1
Evet, temel ihtiyaçlarımızdan birisi “güven içinde barınmak”tır. Milyonlarca emekli, dar gelirli ev, kira, giyecek, yiyecek, yakacak gibi, kitap gibi ihtiyaçlarını karşılayabiliyor mu?
Evlerimiz, otellerimiz yangın, sel ve depremlere dayanıklı mı? Güvenlik tedbirleri alınmış mı? Adalet mekanizmasına güvenimiz var mı?
Okullar güvenli mi? Çocuklarımız din, iman, ahlâk, hak, hürriyet, örf ve geleneklerini öğrenecekleri şekilde mi eğitiliyor? Hâlâ Darwinizm, materyalizm, Kemalizm damarlara zerk ediliyor, hâlâ “tabiat ana, doğa besliyor!” Okul çevresi uyuşturucu, fuhuş mafyası sarmış! Resmî daireler güvenli mi? İşlerimizi rüşvetsiz yürütebiliyor muyuz? Vergilerimizin yerli yerinde kullanıldığına dair güvenimiz var mı?
Hülâsa, devlet, iktidar, vatandaşın ihtiyaçlarını karşılamak, halkı adaletle yönetmek, hak ve hürriyetlerini koruma gücüne sahip bir olgudur. Peki vatandaşına güveniyorlarsa neden anayasa ve kanunlarla vatandaşı değil, kendilerini güvence altına aldılar?
İşte Bediüzzaman’ın fert, cemaat, toplum, özellikle İslâm âlemi için sunduğu reçetelerden birisi: “Mesailerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.”2 Yani, yöneticisinden yönetilene, âmirinden memuruna, işçisinden işverenine kadar herkesin işi, vazifesi, selâhiyet ve sorumluluklarının hukuka göre düzenlenmesi; keyfîliğin olmamasıdır. Bütün işler biribirine bağlı olduğundan güvenin tesisine, yardımlaşma prensiplerinin kolaylaştırılması gerekir.
Bunun için de biribirinin aşama ve tamamlayıcısı olan, “hürriyet, meşrutiyet, cumhuriyet (demokrasi) ve adaletin” ihyası için çalışmalı değil miyiz?
Bu hepimiz için geçerli bir kanundur: “Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder.”3
Dipnotlar:
1-Sözler, s. 352-353.; 2-Lem’alar, s. 218.;
3-ESDE, Münazarat, s. 162.