Suriye’de 6 Mart 2025’te Lazkiye kıyı bölgesinde ve Tartus’ta başlayan çatışmalar kısa sürede büyüdü.
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SİHG), “çatışmaların, Suriye güvenlik güçlerinin, Alevî (Nusayri) azınlıktan yüzlerce kişiyi infaz etmesi üzerine başladığını” kamuoyuna ilk duyuranlardan oldu.
Çatışmalarda 973 sivilin öldüğünü bildiren SİGH’e göre, bazı Alevilerin 10 Mart’ta Himeym’de sığındıkları Rus askerî üssünde oturma eylemi de yaptılar. Kimi haber kaynaklarında, “yeni rejimin güvenlik güçlerinin, eski Beşşar Esad rejiminin kalıntılarıyla veya Alevilerle çatıştığı” bildiriliyor.
Çatışmaların heterojen toplum yapısına sahip Suriye’yi daha geniş anlamda mezhebî-etnik çatışmalara sürüklemesinden endişe ediliyor. Çatışmalar, İsrail’in bir müddettir devam eden Dürzileri koruma söylemini güçlendiriyor. Ülke içindeki toplumsal gruplar arasında mezhebî-etnik ve ideolojik temelli çatışmaların, Suriye’yi giderek yabancı müdahalesine açık hâle getirmesi muhtemeldir. Böyle bir durumda Suriye’nin yabancı aktörlerin etki alanlarına bölünmesi ihtimali de söz konusu. Bununla birlikte Suriye’deki mezhebî-etnik gerginliklerin komşu ülkeleri de olumsuz etkileyebileceğinden çekiniliyor. Suriye geçici yönetimi lideri Ahmet eş-Şara’nın 9 Mart’ta “ulusal birlik ve barış çağrısı” ve “azınlık haklarının korunacağı güvencesini verdiği” söyleminin, etkisi tartışmalı. Çünkü “SİHG, Rus üssüne sığınanların uluslararası koruma talep ettiklerini” gündeme taşıdı.
Diğer taraftan Heyet Tahrir el-Şam’ın (HTŞ) öncülüğündeki muhalifler 8 Aralık 2024’te Şam’ı ele geçirdiklerinde, en çok merak edilen Esad sonrasındaki süreçti (Yeni Asya, 11.12.2024, Suriye’de Esad Sonrası Merak Konusu). Son günlerde Suriye’nin iç çatışmalar yüzünden yabancı aktörlerin etki alanlarına bölünme ihtimali, 8 Aralık 2024’ten önceki manzaranın henüz tam olarak kaybolmadığının işaretidir. Böyle ortamlarda terörizm ve organize suç örgütlerinin tekrar serbest hareket edebileceği zeminin sağladığı iddia ediliyor. Terör ve organize suç örgütlerinin silah ve uyuşturucu kaçakçılığı ile kara para aklamalarındaki artışlara dair raporlar mevcut. Dolayısıyla Suriye’de suç örgütleri, faaliyetleri için kontrol ettikleri bölgelerde hâkimiyetlerini kaybetmek istemiyorlar.
Ayrıca Palmira ve çevresinde yeniden ortaya çıkan DEAŞ, kontrolündeki bölgeyi, rejimin etkisinden izole ederek; ulaşım ve enerji güzergâhlarına yönelik saldırılarıyla meydana getireceği istikrarsızlıktan yararlanması muhtemeldir. Bir de DEAŞ Irak, Suriye ve Ürdün arasındaki başta silâh olmak üzere, kaçakçılık gelirlerini yükseltme peşinde.
Suriye’nin istikrarsızlığından kaynaklı artan riskler Türkiye, Irak, Ürdün, Lübnan gibi bölge ülkelerinin güvenlik stratejilerini yeniden değerlendirmelerini gerektiriyor. Zaten Ürdün’ün başşehri Amman’da 9 Mart’ta zikredilen ülkelerin yetkilileri “Suriye ve Komşu Ülkeler Toplantısı”nda bir araya geldiler.
Bu vartada Suriye’deki mezhebî-etnik çatışmalar ve DEAŞ gibi örgütlerin etkinliğini arttırması tartışılırken, Suriye geçici yönetimi lideri eş-Şara ile Kürt yapılanması olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin lideri Mazlum Abdi’nin 10 Mart’ta anlaşma imzalamaları önem arz ediyor.
“Suriyeli Kürtler 2012’de özerklik; ve Rojava adlandırılan bölgede 2018’de Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” kurduklarını ilân etmişlerdi. 10 Mart’ta imzalanan anlaşmayla SDG “yeni Suriye yönetimine entegre olmayı kabul ediyor”, yani 2012-2018’deki özerklik iddialarından vaz geçiyor. Anlaşmanın Türkiye’de, Abdullah Öcalan üzerinden yürütülen girişimleri; ve “silâh bırakma çağrısının kendilerini bağlamadığını deklare eden Suriye’deki PKK yapılanması PYD/YPG’yi nasıl etkileyeceğini hep birlikte göreceğiz.
Alevî (Nusayri) temelli mezhebî-etnik çatışmaların yükseldiği bir dönemde, Sünnî DAEŞ’in bölgesinde etkinliğini arttırması ile, Şam ve SDG’nin anlaşmaya varmaları oldukça düşündürücü.