Suriye’de 6 Mart 2025’te Lazkiye kıyı bölgesinde ve Tartus’ta başlayan ve kısa sürede büyüyen çatışmalar, dikkatleri yeniden bölgeye çekti.
İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SİHG), “çatışmaların, Suriye güvenlik güçlerinin, Alevî (Nusayrî) azınlıktan yüzlerce kişiyi infaz etmesi üzerine başladığını” kamuoyuna ilk duyuranlardandı.
Buna karşılık Suriye geçici yönetimi lideri Ahmet Şara 10 Mart’ta “operasyonların durdurulduğunu” açıklasa da, çatışmaların heterojen toplum yapısına sahip Suriye’yi daha geniş anlamda mezhebî-etnik çatışmalara sürüklemesi riski her zaman var.
Ancak Şara, Alevî (Nusayrî) azınlığa yönelik “operasyonların durdurulduğunu” açıkladığı gün, Kürt unsur Suriye Demokratik Güçleriyle (SDG) bir anlaşma imzaladı.
Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmayla, SDG “yeni Suriye yönetimine entegre olmayı kabul ediyor”, yani 2012-2018’deki özerklik iddialarından vaz geçtiği ileri sürülüyor. Şam yönetimi, anlaşmayla, ülkenin Fırat’ın ötesindeki egemenliğini tekrar tesis ederek “petrol sahaları, gümrükler ve silahlı grupların kontrolü ve entegrasyonunu amaçlıyor”.
Bununla birlikte Alevî (Nusayrî) azınlığa yönelik infazlar, Şara’nın liderliğindeki Suriye yönetimi için bazı sorunları ortaya çıkardı. Birincisi, 8 Aralık 2024’te Şam’ın ele geçirilmesiyle sonuçlanan ilerleyişin ve Beşar Esad karşıtı silahlı grupların lideri konumundaki Heyet Tahrir el-Şam’a bağlı çok sayıda milisin “radikal ve şiddet yanlısı tutumunu ortaya çıkardı”. İkincisi, bir dönem terör örgütü olarak tanımlanan Heyet Tahrir el-Şam’ın liderinin, “el-Colani/Golani iken örgüt liderliğinden geçici Cumhurbaşkanı Şara’ya dönüşen birinin, açıklamalarıyla sahadaki gerçekliğin birbirinden farklı olması”. Yani sahadaki gerçeklik “birleştirici irade, mezhebî ve etnik grupların haklarının garanti altına alınması zorunluluğu”ydu.
Anlaşmayla SDG, mevcut Şam yönetiminin ülkenin diğer bölgelerindeki kontrol ve egemenliğinin kırılganlığı ile azınlıkların marjinalleştirilmesi riskiyle parçalanma ihtimali karşı, Suriye devletinin bölünmezliğini kabul ediyor. Başka bir ifadeyle yeni Şam rejimi, toplumsal gruplar tarafından tanınıp kabul edildikçe, hâkimiyetini sürdürebilecektir. Ayrıca Şam, rejimin güçlerine cevap veren Alevî (Nusayrî) azınlığı, SDG ile dengelemeye çalışması da muhtemeldir.
Bir de anlaşmayla Şam’ın; SDG’nin merkezî yönetimle bütünleşmesini kabul ederek, SDG’yi terör örgütü kabul eden Türkiye’nin örgüte yönelik operasyonlarını engellemek için girişim de bulunması muhtemeldir. Buna karşılık, Türkiye’de, Abdullah Öcalan üzerinden yürütülen girişimlerin ve “silah bırakma çağrısının daha önce kendilerini bağlamadığını deklare eden SDG çatısı altındaki Suriye’deki PKK yapılanması PYD/YPG”nin tutum değişikliğine gittiğini düşünenler de mevcut.
Ayrıca Türkiye ile PKK’nın da böyle bir anlaşma imzalama durumu olup olmayacağı tartışılıyor. Hem Türk devlet aklının hem de kamuoyunun bunu kabul etmeyeceği kesin.
Anlaşmada “Kürt halkının Suriye’nin ayrılmaz parçası ve aslî unsuru olduğu; anayasal ve vatandaşlık haklarının güvenceye alındığı” vurgulanıyor. Böylece anlaşma dinî /mezhebî, toplumsal / etnik ve siyasî / ideolojik açıdan çeşitliliği barından Suriye’de diğer unsurlara da emsal teşkil ediyor. Dolayısıyla ülkedeki Alevîler, Dürzîler, Türkler vd. mezhebî ve etnik unsurlar da özel bir statüye sahip olacaklar mı? Sorusu akıllara geliyor. Fakat bu sorunun cevabı henüz net değil.
Nereye kadar entegrasyon? Özerklikten vazgeçiş mi? Anlaşmada belirsizlik söz konusu. Bir de anlaşmada “özerklik” ifadesi mevcut değil. Bu da en önemli risk olma özelliğini koruyor. Şam’ın Alevî (Nusayrî) azınlığa düzenlediği operasyonların sıcaklığında imzalanan anlaşmanın, jeopolitik ağırlığının olduğu şüphesizdir. Ancak anlaşmanın taraflarının samimiyetini ve pratikte nasıl uygulanacağını göreceğiz.