Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un repütasyonu, geçtiğimiz yılda Almanya’nın dışa dönük profilinin başına gelenlerin güzel bir özeti aslında.
Baerbock, genç, liberal ve dinamik bir siyasetçi imajıyla hızlı bir şekilde ivme kazanan bir siyasî kariyere sahipti. Bu sebeple Yeşil Parti’nin eş başkanı olmuş, bir önceki seçimde partisi başarılar elde etmiş ve koalisyonun ikinci partisi haline gelmişti. Kendisi de dışişleri bakanı olarak “feminist” dış politika gibi anlamı belirsiz, ama iddialı bir sloganla yola çıkmıştı.
Koronavirüs salgınının etkileri ve Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ortaya çıkan enerji krizi gibi olaylar Almanya ekonomisini sarstı ve yeni koalisyon, büyük hayal kırıklıklarına yol açtı. Son olarak İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçları ve Güney Afrika’nın öncülük ettiği Soykırım davası, Almanya’yı ve Baerbock’u “zor” bir duruma soktu.
Apaçık şekilde işlenen savaş suçlarını eleştirmek ve engellemeye çalışmak bir yana, Baerbock ve ekibi, İsrail’in vahşetine kılıf bulmak için ellerinden geleni yapmaya koyuldular. Yıllardır uluslararası hukuk merkezli bir anlayışla övülen Alman dış politikasının saygınlığı, Yeşillerin eskiden (işine gelince) desteklediği insan hakları örgütlerini hiçe sayarak yerle bir edildi. “Feminist” dış politika sloganı, İsrail tarafından paramparça edilen kadınları ve kız çocuklarını yalnızca görmezden gelmekle kalmadı; onlara yapılan zulümlere Alman parlamentosunun kürsüsünden destek çığlıklarıyla karşılık verdi.
Baerbock, bağıra çağıra “Siviller de hedef alınabilir” diyerek tüm vicdanlı dünyayı şok etti ve kendisi hakkında iyimser olan herkesi utandırdı.
Geçtiğimiz seneden beri Almanya’nın “soft power” yani siyasî/yumuşak gücünün çöküşü üzerine doktora tezleri bile yazılabilir, bu sebeple kısa keselim.
Geçtiğimiz hafta Baerbock ve Fransız dışişleri bakanı, yeni Suriye yönetimi ve geçici devlet başkanı Ahmet El Şara’yı ziyaret etti. El Şara, inancı gereği Baerbock’un elini sıkmadı ve elini kalbine koyarak selâmlamayı tercih etti. Sanırım Fransız bakan da bunu öngördüğü için, El Şara kendisine el uzatmasına rağmen uzatmaktan kaçındı ve böylece küçük bir protesto yaptı. Görüşme, genel olarak normal geçti; iki bakan da Suriye’deki azınlıklar hakkında garantiler talep ettiklerini ve kadın haklarına yaptıkları vurguları dile getirdi (ayrıca Suriyeli mültecileri geri gönderme amaçlarını unutmamak lâzım).
Bazı kesimler bu “el sıkmama” olayını 18. yüzyıl Oryantalistlerini bile utandıracak şekillerde yorumladı. Bu durumu “gerilik” olarak nitelendirerek, Müslümanlar ve Yahudiler arasında oldukça yaygın olan bu hassasiyeti hakir görmekten geri durmadılar. Baerbock ve Fransız bakan bu durumdan rahatsız olduklarını belli etti. Kendini dünyanın merkezi olarak gören, ancak siyasî ve kültürel önemi giderek azalan bu iki ülkenin liderlerinin bu tavrı, kahredici bir ikilemi de gözler önüne serdi.
Şam’a çok uzak olmayan Gazze’de, bu yazıyı okuduğunuz sırada kadınlar ve kız çocukları eğitim alamıyor, sağlık hizmeti göremiyor ve bombalanıyor. Tüm bunlar, dünyanın gözü önünde ve “feminist” Baerbock’un desteğiyle gerçekleşiyor. Elimiz sıkılmadı diye ağlayanlar, bu kıyımlar için alkış tutuyor...
Buradan çıkarmamız gereken önemli bir ders var: Kimsenin Baerbock ya da ismi önemsiz Fransız bakanın yılgın onaylamasına ihtiyacı yok. Suriyeli azınlıklar özelinde de onlardan ahlâk dersi almak asla söz konusu olamaz. Suriye’nin geleceği ve farklı grupların ahenkli yaşayışı için alınacak ilham günümüzde savaş suçlarını onaylayan ve Filistin halkının zulüm ve ayrımcılığa maruz yaşamasını hoş görenlerden gelemez. Suriye halkı kendisi için uygun modeli kendi belirleyecektir.
Yeni Suriye için dış politika inşası yolunda, zulmün yanında olmamak ve insan hayatı merkezli bir model seçmek yani Baerbock ve Almanya geçen yıl ne yaptıysa tersini yapmak iyi bir başlangıç olabilir.