Tarihleri boyunca Arap rejimleri ne Filistin, ne de İsrail lehine ideolojik bir dayanışma içinde hareket etmedi.
Bölge halkı Filistin yanlısı olsa da, hükümetler her zaman kendi çıkarlarını ve varlıklarını sürdürmeyi önceledi. Örneğin, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Ürdün, güvenliklerine en uygun olanı neyse ona göre İsrail’le ilişkilerini dizayn etti. Kararları öncelikle iç iktidarlarını koruma ihtiyacıyla şekillendi.
Ancak Trump’ın son dönemde Gazze’yi ABD kontrolüne alıp Gazze halkını bölgeye dağıtarak soykırım çağrısı, artık Filistin meselesi üzerine ABD’nin Arap rejimleri ile sembolik müzakereler yapmasına bile izin vermiyor. Mısır ve Ürdün için böyle bir hamle, bir mültecî krizinden öte bir beka tehdidi anlamına geliyor. Onlar için milyonlarca Filistinliyi kabul etmek, rejim intiharına eşdeğer. Müttefiklerinizden birçok şey isteyebilirsiniz, ama kendi boğazlarını kesmelerini talep edemezsiniz.
ABD, artık Filistinlilerin ulusal bir grup olarak yok edilmesini açıkça destekliyor ve soykırımı çatışmanın çözümü olarak benimsiyor. Bu, geçmişteki diplomatik dilin tamamen terk edildiğini gösteren dramatik bir değişim. Biden yönetimi bile nüfus transferi fikirlerini “geçici” olarak çerçevelemeye özen gösterirken, Trump’ın açık sözlülüğü farklı yorumlara yer bırakmıyor.
İsrail’in stratejisi de değişti. Artık amaç, “apartheid aracılığıyla güvenlik” değil, Gazze’deki Filistinli varlığının, öyle veya böyle, tamamen ortadan kaldırılması. Soykırım, İsrail’in stratejisinin bir yan ürünü değil; stratejinin ta kendisi. Bu acımasız yaklaşım, şimdiden büyük bir yıkıma yol açtı ve çatışmanın bir sonraki aşaması daha da korkunç olacak. Gazze ile başlatılması hayal edilen nüfus transferi planı Batı Şeria’yı da kapsayacak.
Suriye’de yaşanmış rejim değişikliğine İsrail ilk defa resmî şekilde tepki verdi. “Esad rejiminin yıkılmasından memnun değiliz” diyen Netanyahu, yeni rejimi “aşırı İslâmcı” olarak tanımlayarak tampon bölge talep ediyor ve klasik “azınlık” koruması edebiyatı yapıyor. İsrail’in Suriye’ye saldırganlıkları devam edecek.
İsrail’in, varlığını başkalarının varlığını ve güvenliğini tehdit ederek sürdürme stratejisi tehlikeli bir yeni dönemi işaret ediyor. Trump’lı yıllar, bölge için kritik öneme sahip olacak. Ortadoğu ve Ukrayna’dan odak değiştirip Çin’e yönelmek isteyen ABD, İsrail’i daha başına buyruk ve aceleci hale getirebilir. Önümüzdeki yıllarda, hem İsrail hem de ABD kendilerini her zamankinden daha izole ve kırılgan bir durumda bulabilir.
Ortadoğu, ittifakların ve düşmanlıkların ne kalıcı, ne de ideolojik olduğu bir bölge. Rejimler, varlıklarına karşı bir tehditle karşılaştıklarında hızla tavır değiştirebilir. İsrail, soykırım politikasını ve komşularına saldırganlığını sürdürürse, aktörleri tutumlarını yeniden gözden geçirmeye zorlar ve bu ülkeleri tarihî rollerine, yani direnişin ön saflarına geri döndürebilir.
Dünya siyasî ve ahlâkî bir yol ayrımında. Filistin halkı, bu benzeri görülmemiş acımasızlık döneminde hayatta kalmak zorunda, uluslararası toplum ise İsrail’in eylemlerinin ahlâkî ve stratejik sonuçlarıyla yüzleşmeli.
Ne olacağını zaman gösterecek ancak Avrupa Birliği ve Türkiye için de bu gelecek dönem hayatî önem taşıyor. Yaşanabilecek felâketlerin onları da etkilememesi söz konusu değil. Yeni ittifaklar kaostan korunmak için şart.
Artık numara yapma dönemi bitti. Zalimin zulmü artıyor, daha da artacak çünkü sonu yaklaştı.
“Sen onları toplu sanırsın, oysa onların kalbleri dağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” (Haşr Suresi: 14.)