NEDEN HUSUSÎ HATALARA HUSUSÎ CEZA VERİLMİYOR?
Beşinci suâl: Âdil ve Rahîm, Kadîr ve Hakîm, neden hususî hatalara hususî ceza vermeyip, koca bir unsuru musallat eder. Bu hâl cemal-i rahmetine ve şümul-ü kudretine nasıl muvafık düşer?
Elcevap: Kadîr-i Zülcelâl, her bir unsura çok vazifeler vermiş ve her bir vazifede çok neticeler verdiriyor. Bir unsurun bir tek vazifesinde, bir tek neticesi çirkin ve şer ve musibet olsa da, sair güzel neticeler, bu neticeyi de güzel hükmüne getirir. Eğer, bu tek çirkin netice vücuda gelmemek için insana karşı hiddete gelmiş o unsur, o vazifeden men edilse; o vakit o güzel neticeler adedince hayırlar terk edilir ve lüzumlu bir hayrı yapmamak, şer olması haysiyetiyle, o hayırlar adedince şerler yapılır. Tâ bir tek şer gelmesin gibi; gayet çirkin ve hilâf-ı hikmet ve hilâf-ı hakikat bir kusurdur. Kudret ve hikmet ve hakikat kusurdan münezzehtirler. Madem bir kısım hatalar, unsurları ve arzı hiddete getirecek derecede bir şümullü isyandır ve çok mahlûkatın hukukuna bir tahkirli tecavüzdür. Elbette o cinayetin fevkalâde çirkinliğini göstermek için koca bir unsura, küllî vazifesi içinde “Onları terbiye et” diye emir verilmesi ayn-ı hikmettir ve adalettir ve mazlumlara ayn-ı rahmettir.
DEPREMİN MANEVÎ SEBEPLERİNİ GÖRMÜYORLAR
Altıncı suâl: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbât-ı madeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip, âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksatsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin manevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikati var mıdır?
(Devamı yarın)
Sözler, s. 199-200
LUGATÇE:
arz: yeryüzü, dünya.
ayn-ı hikmet ve adalet: hikmet ve adaletin tâ kendisi.
esbab: sebepler, vasıtalar.
hilâf-ı hakikat: hakikate aykırı.
hilâf-ı hikmet: hikmete zıt.
inkılâbât-ı madeniye: madenlerin değişmesi, dönüşmesi.
intibaha gelmek: uyanmak, hakikatin farkına varmak.
istinad: dayanma, güvenme.
işaa: haber yayma, herkese duyurma.
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük, haşmet ve
kudret sahibi, Allah.
küre-i arz: yer küre, dünya.
muvafık: uygun, münasip.
şümullü: birçok şeyi içine alan, kapsayan; geniş.
tahkirli: hakaretli, aşağılamalı.
zelzele: deprem.