Vahiy ile kesinleşmiş meseleler meşveret edilmez.
Aynı şekilde, ulviyetine-kudsiyetine kanaat edilen meseleler kesin ve hükmî ifadelerle bir neticeye bağlanmışsa, onda da meşverete ihtiyaç hâsıl olmaz. Şayet, bu tarz kat’iyyet peydâ eden meseleler meşverete açılırsa, usûle aykırı hareket edildiği için, iş zıtlaşma, muaheze, münakaşa ve çekişmeye doğru gider. Bundan hayırlı bir netice çıkmaz.
Meselâ, İslâmın doğuşundan itibaren kesinleşmiş olan farz ibadetleri değiştirmeye dair bir mesele meşverete açılmaz.
Meselâ, “Tek adam sultasını kabul edelim mi, etmeyelim mi?”, yahut “Falan vatandaşı öldürelim mi, öldürmeyelim mi?” tarzında meşrû bir meşveret olmaz.
(Ara notu: Size absürd bir durum gibi gelebilir, ama 1952’de Malatya’da yapılan sözde bir meşverete bizzat katılan ve sonradan bu yaptığından pişman olan bir zattan şunu dinledim: O tarihte yaptığımız toplantıda istişare ettiğimiz mesele şuydu: Başbakan Menderes ile birlikte Malatya’ya gelecek olan gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürelim mi, öldürmeyelim mi? Çoğunluk “öldürelim” dedi. Tetikçi olarak da Hüseyin Üzmez üzerinde anlaşmaya varıldı. O da gitti, kaldığı otelin önünde bir şarjör boşalttı, ama adam ölmedi, yaralı kurtuldu.)
«
Meşveret şûra, ayetin hükmüyle emredilmiş. Şöyle ki:
Şûra Suresi 38. ayetinde, İlâhî buyrukla “Ve emruhum şûrâ beynehum” diye fermân edilmiş. Kezâ, Âl-i İmran Suresi 159. ayetinde yine İlâhî emirle “Ve şâvirhum fil emr” denilmiş.
İşte, bu İlâhî emirlere her mü’min, her müslim riayet etmekle mükelleftir. Tâ ki, manevî mesuliyetten kurtulabilsin. Öyle ki, meşveret usûlüne uygun bir şekilde alınan karar isabetsiz dahi olsa, kişi yine de manevî mesuliyetten kurtulduğu gibi, ayrıca bir hisse sevap kazanmış olur. Karar isabetli ise, sevap iki misline çıkıyor. Çünkü, emredilmiş olan meşveret ve şûraya hem iştirak, hem riayet etmiş oluyor.
«
Son olarak, meşveret ve şûranın mana ve mahiyetine dair mukadder bazı suallere cevap teşkil edecek birkaç noktaya daha temas ederek bitirelim.
Suâl: Şûra nedir, tarifi nasıldır?
Cevap: Ehil ve liyâkatli kimselerin, bir veya birden çok meselenin etraflıca konuşulması, farklı açılardan müzakere edilmesi maksadıyla toplanmalarına “şûra” denir.
Suâl: Şûra neyi gerektiriyor?
Şûra gerçeği, hürriyet hakikatini, meşrutiyetî işleyişi ve içtimaî meselelerin bir “meclis-i âliye” marifetiyle görüşülüp halledilerek yürütülmesi sistemini, yahut mekanizmasını gerektiriyor.
Hutbe-i Şâmiye isimli eserin “Altıncı Kelime” faslında şu hakikatli ibareleri okumaktayız: “Müslümanların hayat-ı içtimaîye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. ‘Veemrû şûra beynehûm’ ayet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.”
Esas olarak emredildiğine göre, sizin bağlı olduğunuz, yahut sizi bağlayan bir şûranın olması kaçınılmaz hâle geliyor.
Yani, bu ayet-i kerîme, meşveret ve şûrayı emrettiğine göre, arada bir hatalı duruş veyahut isabetsiz bir karar vuku bulsa dahi, şûranın işleyişine yine de karşı gelmemeli, ona mani olmamalı, velhasıl meşvereti terk etmemeli. Zira, haklı şûra ve meşveret-i şer’iye hatada karar kılmaz ve sürekli şekilde isabetsiz kararlar alarak yoluna devam etmez.
Yani, meşveretin özünde ve ruhunda muhtemel hataları düzeltme kabiliyetine sahip bir mekanizma vardır.
Hülâsa: Şûranın mana ve mahiyetinden bunları anlıyoruz.