RİSALE-İ NUR ENSTİTÜSÜ ANKARA ŞUBESİNDE KONUŞAN PROF. DR. AHMET YILDIZ: BEDİÜZZAMAN, DİNİN BASKI REJİMLERİNİ MEŞRULAŞTIRMAK İÇİN KULLANILMASINA ŞİDDETLE KARŞI ÇIKMIŞTIR.
İSLÂM’LA BAĞDAŞMAZ
Yıldız: "Otokrasi ve despotizmi İslâm'la bir araya getirmek, İslâm'a karşı yapılan en büyük tarihî haksızlıklardan biridir. Bediüzzaman, siyaseti beşerî bir konuma oturtur. Siyaset kusursuz bir alan değildir; hatalara ve yanlışlara açıktır. Bu sebeple, ‘Sultan ne diyorsa onda bir hikmet vardır’ anlayışı kabul edilemez. İktidarın tekelleştirilmesi de aynı şekilde doğru değildir.”
ADALET VE HAKKANİYET
“Bedİüzzaman Said Nursî’nin 'muktesit siyaset' anlayışı, siyasetin nisbîleştirilmesine dayanan bir anlayıştır. O, 'Dağ meyvesi acı da olsa devadır' isimli makalesinde; adalet, hakkaniyet ve hukuk devleti gibi ilkeleri temele alarak, Batı’daki adalet anlayışını örnek göstermiştir. Makalede, temelleri bizde olan ölçülerin tekrar uygulamaya konulması gerektiğini ifade eder ve uygulamak için de Batı’yı örnek gösterir.”
***
PROF. DR. AHMET YILDIZ: DİN SİYASETE ALET EDİLEMEZ
Geçtiğimiz yıl “Milliyetçilik” temasını ele alan Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi, bu yıl “Devlet ve Demokrasi” üst başlığıyla faaliyetlerine devam ediyor.
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nin iki haftada bir düzenlediği geleneksel seminerlerin ikincisi gerçekleştirildi. Geçtiğimiz yıl “Milliyetçilik” temasını ele alan Enstitü, bu yıl “Devlet ve Demokrasi” üst başlığıyla faaliyetlerine devam ediyor.
Risale-i Nur Enstitüsünün son misafiri, “Türkiye’de iktidar-muhalefet ilişkilerini anlamada bir anahtar: ‘Euzubillahi mineş-şeytanî ves-siyase’” başlıklı sunumu ile Prof. Dr. Ahmet Yıldız oldu.
İktidar-muhalefet ilişkilerinden, Türkiye siyasetinin otoriterleşmeyle malûl yapısına kadar pek çok konuya değinen Yıldız’ın kalabalık bir izleyici topluluğu önünde gerçekleştirdiği seminerin özeti şu şekilde:
TEKFİRCİLİK MUHALEFETİ DIŞLAMA YÖNTEMİ OLDU
Tekfircilik itikadî olmaktan çok siyasette muhalefeti dışlama yöntemi
“İslâm siyasî düşüncesindeki temel eksen kaymalarının ilki, siyasetin başlangıçtan itibaren itikadî bir alana taşınmasıyla ilgilidir. Bu durum, özellikle Hz. Peygamber’in vefatından sonra belirgin hâle geldi.
Başlangıçta siyasetin ‘imamet meselesi’ olarak tartışıldığı görülür. Şiî gelenek, Müslümanların liderinin Ehl-i Beyt’ten olması gerektiğini savunmuş ve bunu vahiy temelli bir teoriye dayandırmıştır. Buna karşılık Emeviler, kendi iktidarlarını meşrulaştırmak için yönetimin Allah’ın takdiri olduğunu, kaderin hükmü karşısında kimsenin muhalefet etme hakkı bulunmadığını iddia etmiştir. Bu yaklaşım, kaderci bir anlayışın temelini atmıştır.
Bu dönemde, siyasî meseleler itikadî alana taşınmış ve farklı siyasî görüşlere meşruiyet tanımama eğilimi ortaya çıkmıştır. Özellikle, farklı düşünenlerin tekfir edilmesi mekanizmasının çok güçlü bir şekilde işlediğini görmekteyiz. Bu eğilim, günümüzde de Müslüman gruplar arasında, siyasî farklılıklar üzerinden diğer grupları dışlamada sıkça kullanılan bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.
“Dolayısıyla, tekfir meselesi, aslında itikadî bir konu olmaktan çok siyasî bir araç olarak değerlendirilmelidir. Bu durum, İslâm dünyasında muhalefetin meşru bir yerinin olmadığını gösteriyor.
Emevîler ve Abbasîler döneminde bu anlayış devam etmiştir. Abbasîler, adalet ve hukukun korunması gibi kavramlar üzerinden muhalefet hareketini desteklerken, iktidara geldikten sonra kendi yönetimlerini ‘Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir’ teziyle meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Benzer şekilde, bu anlayış Osmanlı’da da sürdürülmüştür.
“Topkapı Sarayı’nın en dış kapısında, bir taşın üzerinde yer alan bir yazıda ‘Zıllullah fi’l-Arz’ (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) ifadesi yazar. Bu ifade, Osmanlı geleneğinde yöneticinin mutlak bir iktidara sahip olduğunu ve bu iktidarın İlâhî bir temele dayandığını vurgular.”
MUTLAK İKTİDAR ORTAK KABUL ETMEZ
İktidar mutlaklaştığında, muhalefete meşru bir zemin atfetmez.
“İktidarın her yeri kuşatması ve mutlaklaştırılması, siyasî tartışmalarda araçsallaştırılmıştır. Örneğin, ‘Saltanat şerik kabul etmez’ diyor. Bu saltanatın tabiatındaki despotizmi ortaya koyuyor. Bu, iktidarın tekelleşme ve kendisi dışında hiçbir güce meşruiyet tanımama eğilimini ifade eder. İktidar mutlaklaştığında, muhalefete hiçbir surette meşru bir zemin atfetmez.
“Osmanlı geleneğinde siyaset, dinî bir zemine taşınarak bir inanç meselesi hâline getirilmiştir. Bu, İslâm siyasî tarihinde muhalefetin gayrimeşru bir zemine oturtulmasına yol açmıştır. Ancak bu durum, Müslüman toplumların kültürel çoğulculuk açısından diğer geleneklerden ayrışmasını engellememiştir.
“Hıristiyan geleneğinde, farklı inançlara sahip kişilerin yaşama hakkı genelde tanınmamış ve bu haklar, modernleşme süreciyle sekülerleşme sayesinde yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Buna karşın, Müslüman toplumlar inanç farklılığını kabul etmiş, kimseyi zorla Müslümanlaştırma yoluna gitmemiştir. Ancak bu çoğulculuk kültürel alanda var olmuş, siyasî alana hiçbir zaman tam anlamıyla yansımamıştır.”
OTOKRASİ İSLÂM İLE BAĞDAŞMAZ
“İsabet buyurdunuz sultanım!” anlayışı kabul edilemez…
“Bediüzzaman Said Nursî’nin ‘muktesit siyaset’ anlayışı, siyasetin nisbileştirilmesine dayanan bir anlayış. O, ‘Dağ meyvesi acı da olsa devadır’ isimli makalesinde; adalet, hakkaniyet ve hukuk devleti gibi ilkeleri temele alarak, Batı’daki adalet anlayışını örnek göstermiştir. Makalede temelleri bizde olan ölçülerin tekrar uygulamaya konulması gerektiğini ifade eder ve uygulamak için de Batı’yı örnek gösterir.
“Bu bağlamda, Bediüzzaman Said Nursî’nin siyasete dair yaklaşımını daha geniş bir perspektiften değerlendirmek önemlidir.
“Otokrasi ve despotizmi İslâm’la bir araya getirmek, İslâm’a karşı yapılan en büyük tarihî haksızlıklardan biridir. Bediüzzaman, siyaseti beşerî bir konuma oturtur; onu ne melekî, ne de şeytanî bir faaliyet olarak görür. Siyaset kusursuz bir alan değildir; hatalara ve yanlışlara açıktır. Bu sebeple, ‘Sultan ne diyorsa onda bir hikmet vardır’ anlayışı kabul edilemez. İktidarın tekelleştirilmesi de aynı şekilde doğru değildir.”
Siyaset hem melekî, hem de şeytanî bir alan olabilir
Siyaseti kategorik olarak değerlendirmenin yanlış olduğu söyleyen Prof. Dr. Yıldız, “Siyaset, melekî bir faaliyet olsaydı, farklılığa yer olmazdı ve sadece iyilikle dolu bir alan olurdu. Aynı şekilde, şeytanî bir faaliyet de değildir. Beşerî bir faaliyettir ve bu yüzden iki yöne de evrilebilir: Ya istibdat ve adaletsizlik üzerine kurulur ya da adalet ve hakkaniyet üzerine inşa edilir.
İslâm tarihi boyunca adalet, ehliyet, emanet, şûrâ ve rıza, vurgulanmıştır. Ancak bu ilkelerin sınırlı bir şekilde uygulandığını, özellikle istibdat ve otoriter rejimlerin İslâm ile ilişkilendirildiğini görüyoruz. Bu durum, tarihte istibdat ile İslâmiyet arasında bir algının oluşmasına sebep olmuştur. Ancak bu bizi bağlamaz. Biz tarihin eseri değiliz; tarihî eleştirel bir okumaya tabi tutar ve taşıyabileceğimiz değerleri alır, geri kalanını bırakırız. Herkes kendi döneminin hesabını verir” dedi.
Yıldız devamla, “Bediüzzaman siyaseti mutlak olarak olumsuzlamıyor, sadece siyaset faaliyetinin şeytanî bir hâle dönüşebileceğini belirtiyor. Siyasî faaliyet, özellikle menfaat odaklı ve tarafgir bir siyaset anlayışını eleştiriyor. Bu, günümüz siyasî kutuplaşmalarına temel oluşturuyor” diye konuştu.
ANKARA - YASİR ÖZER
Fotoğraf: MEHMET KARA- Yeni Asya
—Devamı Yarın—