“Genelde Kürtler dindardır. Sünnî Kürtler Türkiye ortalamasına göre daha dindar ve muhafazakârdır. Kürtlerin tercihlerinde din faktörü çok ağırdır, etnik kökenin önündedir.”
Bu sözlerin sahibi, bir Kürt siyaset adamı: Merhum Şerafettin Elçi. 1980 öncesinde AP’den milletvekili seçilip bakan dahi olan, ama Kürt olduğunu söylediği için şimşekleri üzerine çekip hapse tıkılan, 12 Haziran 2012 seçiminde de -şimdiki adı DEM Parti olan- BDP’nin listesinden aday olup Meclise giren Elçi, Neşe Düzel’in yaptığı röportajda böyle demişti. (Radikal, 14.6.2004.)
Elçi’nin bu tesbiti meselenin bam telini yakalıyor.
İlginçtir; bu önemli gerçeğin bir diğer boyutunu da aynı partiden Hatip Dicle, “Biz Kürt ve Türkler bin yıl birlikte yaşadık. Dinimiz ortak olduğu için kardeşliğimiz bin yıl devam etti” diyerek dile getirmişti.
Bu iki beyan bize Dicle’nin de dahil olduğu bazı DEP’li vekillerin karga tulumba içeri tıkılmasından sadece birkaç ay önce, 22 Aralık 1993 akşamı Orhan Doğan’ın davetiyle katıldığımız DEP kokteylinde, o dönemde partinin genel başkan adayları arasında adı geçen milletvekili Mahmut Kılınç’ın söylediği şu sözü hatırlatıyor:
“Türkiye’de İslâmî düşünce hâkim olsa, bugünkü gibi bir Türk-Kürt meselesi olmaz.”
Burada sözü edilen “hâkimiyet”i “siyasal İslâm” bağlamında anlayıp öyle yorumlamamak gerekiyor. Aksine böyle bir yorum yeni bir saptırma ve çarpıtma örneği oluşturur. Ki son dönemde “Türkçü” siyasetle kader birliği yapan “siyasal İslâm” politikalarının sorunu hangi boyutlara taşıdığını hep birlikte görüyoruz.
Onun için, konuyu Bediüzzaman’ın “Milliyetimiz İslâmiyettir” yaklaşımı çerçevesinde ele almak ve Türk-Kürt kardeşliğinin en temel dayanak noktalarından birini asırlar boyunca paylaşılan ortak din bağının teşkil ettiğini görüp ona göre tavır belirlemek gerekiyor.
Ve bu noktada özel bir konumu olan Kürtlerin bilhassa dikkat etmesi gereken önemli hususlardan birini de, talebelerinden Muhsin Alev’in aktarımıyla Said Nursî şöyle ifade ediyor:
“Eğer Kürtler İslâm milliyetini esas alarak hareket ederlerse, bölücü bir unsur olmak yerine, ittihad-ı İslâma sebep olacaklardır...” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, cilt: 1, s. 220.)