“İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincile-ri”nden olan oruç ayı olarak bilinen Ramazan-ı Şerif’e bizleri ulaştıran Cenab-ı Hakka binlerce şükür olsun.
Ramazan-ı Şerif’teki oruç, Üstad’ın deyişiyle “şeâir-i İslâmiyenin âzamlarından” biridir. Biz Müslümanlar olarak ‘şeâir’i ne kadar biliyor ve tanıyoruz? Sahurdan iftar vaktine kadar sadece midemizi aç bırakmak mı, yoksa başka bir anlamı mı vardır?
1-Bediüzzaman Hazretleri, Ramazan orucunun birçok hikmetinin olduğunu açıklamaktadır. Cenab-ı Hak, yeryüzünü aklımız ve hayal gücümüze sığdıramadığımız bir düzen içinde, bir “sofra-i nimet” olarak yaratmıştır. İşte Ramazan-ı Şerif’teki oruç, ehl-i imanı büyük bir ordu durumuna getirerek, kumandanının emrini bekler bir hâle sokar.
2- Ramazan-ı Şerif’teki oruç, Cenab-ı Hakkın biz kullarına verdiği sayısız nimetlere karşı nasıl şükretmemiz gerektiği konusunda bizlere yol göstermektedir. Nasıl ki günlük hayatta bize verilen en basit bir hediye, yüzümüze gösterilen bir gülümseme ya da söylenen güzel söz bizi mutlu eder ve bunlara karşı nasıl teşekkür ediyorsak, bizi yoktan var eden, taş ve toprak yapmamış, can ve ruh vermiş, bitki ve hayvandan üstün, yani ‘mahlûkatın en şereflisi olan insan’ olarak yaratmış, üstüne üstlük İslâm’la bizi şereflendirmiş olan Yaratıcı’ya karşı vücudumuzun hücrelerinin çarpımından kat kat fazla şükretmeliyiz. İşte oruç, bize şükür kapısını açar. Ramazan-ı Şerif’teki oruç, bizi gerçek “hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarına” götürür.
3- Ramazan orucunun, insanın toplumsal yaşamında birçok faydası vardır. İnsanlar, maddî geçim durumlarına göre farklı değerlerle yaratılmışlardır. Kişinin maddî yaşama şartları farklıdır. Bu sonuçlar insanlar genellikle zengin ve fakir olarak adlandırılırlar. Toplumsal hayat güvenilir, huzurlu ve hem maddî hem de manevî açıdan rahat olabilmek için, toplum içinde yer alan farklı maddî seviyelere sahip insanlar arasında işbirliği ve dayanışmaya bağlıdır.
Özellikle maddî açıdan, zengin ve fakir arasındaki güven gelişiminin sağlanabilmesi için yardımlaşma önemlidir. Müslüman olan zengin, sahip olduğu maddiyatın içinde fakirin parasının (hakkı) olduğunu bilmeli ve ihtiyaç sahiplerine geri dönmeyi öğrenmelidir. İşte oruç, zenginlerin fakirlerinin durumunu görebilmesi için bir vesile olur. Zenginler, ancak oruçtaki açlık ve susuzlukla fakirlerin yaşadığını kavrayabilirler. Eğer oruç olmazsa ya da zenginler oruç tutmazsa, fakirlerin varlığının anlaşılması mümkün değildir. Maddî açıdan iyi durumda olan kişiler, kendilerinden daha fakir olanlara şefkat göstermeli, yardımda ve gerekli ihsanlarda bulunmalıdır. Zenginlerin bu güzel deneyimlemeleri, ancak oruçtaki açlık ve zorluklar sayesinde tam anlamıyla mümkün olur. Bu şekilde toplumsal barış sağlanmış olur.
4- Ramazandaki oruç, “nefs-i emmare” yani insanın kötülüğüne, günaha ve kötü arzulara yönelen nefsin terbiyesine de katkı sağlar. Nefsin, hiçbir kayıt altına girmek istememesi, onun “mevhum bir rububiyet” ve “keyfemâyeşâ hareketi”nin arzu edilmesindendir. Çünkü nefis, kendisine verilen sayısız nimetleri görmek istemez; o nimetleri sanki kendi hakkı ve malıymış gibi görme arzusundadır ve bu gafletle onları sahiplenmek istemektedir.
İşte, Ramazan-ı Şerif’teki oruçta, en zenginden en fakire, en güçlüden en güçsüze kadar herkesin nefsi anlar ki; kendisi malik değil, ancak memlûk olabileceğini, her istediğini her zaman alıp yiyemeyeceği konusunda hür olmadığı anlar. Bunun sonucunda da takındığı ‘mevhum bir rububiyet’ ve ‘keyfemâyeşâ hareket’ten uzaklaşır, “ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer.”
5- Ramazan-ı Şerif’teki oruç, “nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muamelelerinden”, yani nefsin ahlâkî olarak ıslahına ve isyankâr davranışlardan uzaklaşmasına yardımcı olmaktadır. Çünkü “nefs-i insaniye”, kendini nankörlükle ve gafletle unutmak ister. Nefis, kendisinin ne kadar zayıf ve yok olmaya mahkûm olduğunu, sınırsız acizlik, fakirlik, çok sayıda kusuru gibi zaafiyet olan özelliklerini görmek istemez. Dünyaya bu kadar şiddetli bir hırs ve muhabbetle atılan insan, “Hâlık’ının” kendisini “kemâl-i şefkatle” terbiye ettiğini unutur ve nankörlük eder.
Ramazan-ı Şerif’teki oruç, “ahlâk-ı seyyie” denilen kötü huylar ve bozuk karakterden kurtulmanın çaresidir. İnsan, açlık sebebiyle midesinin ihtiyacını, vücudunun ne kadar zayıf ve çürük olduğunu, kendi ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamayacağını anlar. “Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye iltica eder.”
6- Ramazan-ı Şerif’teki oruç, “ahiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen” insanların bu görevlerini lâyıkıyla yapmalarını sağlayan bir imkândır. Aklı başında olan insan, “bire bin” kâr verilen bir alışverişten kaçmaz ve kaçmamalıdır. Çünkü Ramazan-ı Şerif, âdeta bir ahiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Bu pazar, ahiret hayatı için gerekli hasılatı elde etmek için çok verimli bir zemindir. Bu zeminde oruç ayında uhrevi ekin ekmek, “bahardaki mâ-i Nisan” gibidir.