“İyilik Ayı Ramazan” bu sene, Diyanet İşleri Başkanlığının teması.
Gönüllerin coşması, insanların yardımına koşması, bir kimseye imdat edip ulaşması ne büyük erdem ne güzel bir ahlâk.
Yaratılan her zerre, birbirinin yardımına koşmaz mı? Birbirini bilmese de, ellerinden tutmaz mı? Hem de bir şey almadan, menfaati olmadan!
Cenab-ı Hakkın kurduğu sistem, dünden bugünü, teavün üzerine dönmüyor mu?
Zaten “iyilik” karşılık beklemeden başkalarına yapılan yardım, hayır, lütuf, kerem, ihsan ve inayet gibi asaletli davranıştır.
Temada ifade edildiği gibi, iyilik yapmak, elbette ki Ramazan ayına has bir davranış biçimi değil; ama Ramazan ayında hem muhtaçların ihtiyacını karşılamak, hem de bununla birlikte bire bin sevap kazanma imkânı olduğundan, diğer zamanlara göre daha makbul ve daha faziletli.
Peygamber Efendimiz (asm), “Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Allah onu kendi katında tam bir hasene olarak yazar. O hayırlı işi yapmaya niyet eder de yaparsa, Allah (cc) onu on kattan yedi yüz kata ve daha pek çok katlayarak hasenat yazar” (Buharî, Rikak, 31) buyuruyor.
Lokman Hekim ise, iki şeyin asla unutulmaması; iki şeyin ise, hemen unutulması gerektiğine işaret ediyor. İlk ikisi için: “Allah’ı ve ölümü unutma!” ikazında bulunduktan sonra, “Başkasına yaptığın iyiliği ve başkasının sana yaptığı kötülüğü unut!” diyor.
İyiliği yap, unut.
“İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” deyiminde olduğu gibi…
Eğer maksat Allah’ın rızası ise, onu görecek ve takdir edecek olan O'dur. O razı olsun, yeter. Başkalarının bilmesine, vâkıf olmasına; hiç icap etmediği hâlde, bir başkasının şahit olmasına lüzum yok.
İyilik, illâ ki bir şey vermek, bir şey almak değildir.
Onlar da var, ama iyilik, evvelâ iyi olmaktan, iyi davranmaktan başlar. İyilik yapmak maksadıyla bir şeyler verirken, birine el uzatırken, bir hizmette bulunurken niyetin harekete aksedişi, fikirden fiile dönüşü önemli. Muhatabı “minnet” duygusuna büründürecek, bunu îmâ edecek her hareket, her davranış “Kaşıkla verip, sapıyla gözünü çıkarmak” olur.
Yolun bir tarafından diğer tarafına geçirmek için yardımcı olduğunuz kimsenin elinden tutuşunuz, ona dokunuşunuz, yani temasınız şefkatinizin o andaki aksidir. Niyetiniz doğru, fakat davranışınız yanlışsa; o kimseye okşarcasına hizmet vermek varken, sürüklercesine çekiştirirseniz, maksadınızı ifa etmiş, bir kimseyi karşıya geçirmiş olursunuz, ama onun ruhunu da okşamış olur musunuz, bilinmez!
Bu misali yapacağımız bütün iyiliklere, iyilik zannıyla yaptığımız fiillere ve iyiliğin yapılış tarzına teşmil etmek, uygulamak mümkündür.
Şurası muhakkak ki: Tarz önemli, temas önemli, bakışlar önemli; bilhassa, jest ve mimikler…
Velhâsıl: Beden dili önemli.
Bir insanın ruhuna ya kelebek gibi konarız, ya da, arı gibi…
Bunların ikisi de temastır.
İyisi mi, iyiliği, “iyilik” olarak yapmalı, gerisini Mevlâ’ya bırakmalı.
Yani, denize atmalı.