Görmenin de görünmenin de çeşitliliği var. Beden gözü, kalp gözü, akıl gözü, vicdan gözü gibi bir görme çeşitliliğinin içinde yaşar insan.
Bir o kadar da, görülenlerin çeşitliliği var ki, hayat sanki anlamını böylece kazanıyor. Görülenlerden ziyade sizin onu nasıl gördüğünüz size dönüyor. Kalp güzü, vicdan gözü de öyle. Görülenin mahiyeti sizde gizli.
Görme unsurları ve bakış açısı, düşünmeyi de kendine göre harekete geçirir. Tepki de ona göre gelişir. Aynı şeye farklı tepkiler bundan kaynaklanır. Herkes gördüğü açı ile düşünce oluşturur ve davranış geliştirir. Herkes kendi arka plan birikimlerine göre gördüğünü anlamlandırıyor veya anlamsızlaştırıyor. Hayat da bu zaten. Yani faturalar kullanılan açıya göre geliyor. Aynı nesneye bakan göz sayısınca farklı anlamların canlanması bundandır. İnsan bir şeye bakınca bir arka planla bakıyor, bir düşünce biçimiyle bakıyor, bir geçmiş hafıza havuzuyla yorumluyor ve öylece değerlendiriyor. Bir şeye karşı anlık oluşan kanaat, bir ömürden süzülüp geliyor. Onun için kimseyi edindiği kanaatla yargılamayın. Çünkü o bir sonuç. Yapabiliyorsanız sebebe gidin. Sonuç o zaman değişir. Bu da zor bir iştir. Bilerek ilerleyin.
Kişinin bir şeyi değerlendirirken durduğu yer, beslendikleri, edindiği birikim, içinde yaşadığı çağın hususiyetleri, iklim durumu, olaylar kişinin halet-i ruhiyesini şekillendirir ve bu çeşitlilik insan sayısıncadır veya insanın şuurlu zamanları sayısıncadır denilebilir.
Bir toplulukla şehir geziyorsunuz. Birisi bir objeyi bir şeye benzetiyor. Öteki daha başka bir şeye, bir diğeri de ötekilere benzemeyen ve bir diğerinin alâka kuramadığı başka bir şeye benzetiyor. Tam da karmaşık bir çeşitliliğin içinde buluyorsunuz kendinizi. Bir o kadar da bu durumdan memnun oluyorsunuz. Çünkü çeşitlilik, renklilik olarak dönüyor size.
Şöyle de düşünülebilir, bir yere bakıyorsunuz, bakılan kesit içerisinde yüzlerce, binlerce farklı unsur var. Sen burada ne görüyorsun? Belki bir iki unsur veya hiçbir unsur görmüyorsun? Yani bakıyorsun ama görmüyorsun. Veya çok şey görme alanında var ama sen onlardan hiçbirini görmüyorsun. Veya yüzlerce ses içerisinde sen bir sesi duyuyorsun veya hiçbir ses duymuyorsun. Veya onlarca unsur var senin vicdanını bir unsur sızlatıyor.
İşte buradaki senin yoğunlaştığın şeyler, aslında sen oluyorsun. Onun için kişiyi tanımak, kişinin yoğunlaştığı unsurları tanımakla eş değer hâle geliyor. Veya her unsura karşı her an aynı şekilde duyarlı değilsin. Veya çoklu etkilenme içinde şimdi görebildiğin bir şeyi yarın göremeyebilirsin. İşte insanı da tanımak, tanımlamak hemen kolay olmuyor. Yani daha çok aynı şeylere verilen tepki, o kişiyi tanımaya katkı sunuyor.
Bu yazı neden yazıldı? Şundan dolayı, bir gün içinde, bir saat içinde, bir an içinde ne çok ben oluyoruz. O benlerimizin yoğunlaştığı noktalar ‘biz’ oluyoruz. O biz ile de haşrolacağız sanırım. Çünkü daha çok yaşıyor olduğumuz halet, gidiyor olduğumuz yerin habercisi olacak. Ne dersiniz?