Hayat, yaşananlar karşısında konulan bir duruştur. Her duruşun bir bedeli vardır.
Bedelsiz yaşamak isteyenlerin tarih sahnesinde yeri yoktur. Büyük davalar büyük bedel ister. Büyük kazanmak, davasında cesur olanların hakkıdır. Tarih, şeref levhalarına davalarını cesaretle savunanları katar. Korkaklığı ile sair insanlara örnek olmuş bir önder yoktur.
“Onu yapma, bunu yapma, ona karışma, buna bulaşma…” bu gibi ifadeler, hamiyet sahibi insana ‘yaşama’ der gibi bir şeydir.
Adam suya düşmüş, boğuluyor, gitti gidecek, bir el atsan kurtulacak… , iki kişi tutuşmuş kavga ediyor, kavga gittikçe büyüyor, gidişat cinayete dönüşebilir…, senin de tanıdığın bir mü’min kardeşin hakkında birileri verip veriştiriyor… Sen de oradasın, bir şeyler yapmak istiyorsun; boğulana bir el atsan kurtulacak; kavgayı ayırma imkanın var; ‘ben bu kardeşi tanıyorum davet edip kendisini dinleyelim’ diyebilirsin gıybet edenlere, ama tam da o esnada yanı başında biri çıkıyor ve ‘karışma, git işine, başın belaya girer; kurtarayım diye el atarsın seni de içine çeker, boğar; aracı dayağı yersin, kaza kurşununa gidersin, bırak ne hâli varsa görsünler…” der. Bu nedir Allah aşkına? Bu hayat, bir amaç uğrunda harcanmayacaksa ne önemi var yaşananların. Sen kendini o boğulan insan yerinde düşünsene. Seyirciler arasında boğulmanın ifadesi nedir?
Hz. Peygamber’e (asm) “Gel, kimseye karışma, sana ne istersen verelim.” demişler, Bediüzzaman’a, “Sen şuna buna neden sataşıyorsun? Ne istersen verelim, yeter ki sus!” demişler. Bediüzzaman, “Karşımda bir yangın var, içinde evladım yanıyor; nasıl durulur, nasıl o ateş söndürülmeye çalışılmaz” der.
Ona karışma, buna karışma; “yaşama” der gibi bir şey değil mi bu?
Ondan kork, bundan kork, ne kadar ağır bir yük bu. Birileri katliama seyirci, birileri mânen boğulan kardeşine. Zulüm bunlar. Oysa ayet-i Kerîme, “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur.”1 diyor.
Dipnotlar:
1- Hud Suresi: 113.