“Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü’t-tezeyyüd ve vasfettiği şeyde meylü’l-mücâzefe ve hikâye ettiği şeyde meylü’l-mübalâğa ile, hayali hakikate karıştırmaktır.”1
Meylü’t-tezeyyüd
İnsan nefis itibariyle önce kendini sever ve her şeyi kendi menfaati istikâmetinde olmasını arzu eder. Bu beşerin seciyesinden olduğu için lezzet aldığı her şeyde meylü’t-tezeyyüd ister. Meylü’t-tezeyyüd; ziyâdeleştirme arzusu, artırma meylidir. Hâlbuki insan hoşuna giden telezzüz ettiği şeyde arttırma yoluna giderek, ziyâdeleştirdiği şeyde iyi tarafları gösterip noksan tarafları gizleyerek iyi bir şey yapmış olmaz. Her şeye kendi hakkı, miktarı ve değeri kadar kıymet vermek gerekir. Onun için meylü’t-tezeyyüd, esasında iyilik yapmak isterken telezzüz ettiğin ve lezzet aldığın şeyin kıymetini tenzil etmeye hizmet eder. İnsan kıymetli altın ve elması için meylü’t-tezeyyüde ihtiyaç hissetmez. Zaten o kıymetli madenler kendi kıymetini ustasının elinde ispat eder. “Elmas ustasının elinde parlar” sözü buna delildir.
Meylü’l-mücâzefe
Mücâzefe, ticarî olarak bir şeyi tartmadan, saymadan veya ölçmeden satmak yahut satın almak manalarında kullanılır.
Mücâzefe kelimesi, İslâmî kaynaklarda ve Arapça dilinde kullanılan bir kelime olup umûmî olarak “acelecilik”, “ölçüsüzlük” ya da “aşırı olmak” mânâlarında kullanılır. Mücâzefe, herhangi bir konuda ölçüsüz ya da dikkatsiz bir yaklaşımı ifade eder ve genellikle menfî bir mânâ taşır.2 Meylü’l-mücâzefe ise, bir şeye muhabbette ve tavsif etmede ifrata kaçma meylidir. Sözle karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmaktır. Yine beşerin seciye ve karakterinden bir diğer husus da vasfettiği şeyde meylü’l-mücâzefe yapmasıdır. Yani sevdiği, kabul ettiği ve kıymet verdiği şeylerde ölçüsüz aşırı abartmaya, karşısındakini bilerek veya bilmeyerek abartılı anlatımla aldatmaya çalışılmasıdır. Hâlbuki hak ve hakikat vasfedilirken ayn-ı hak vaziyeti ile anlatılmalı, lüzumsuz mübalâğalı ve mizansız ilâvelerden kaçınılmalıdır.
Meylü’l-mübalağa
Mübalâğa meyli, bir şeyi çok büyük veya çok küçük gösterme arzusudur. İnsan mahiyeti ve seciyesi itibariyle hikâye ettiği şeyde meylü’l-mübâlağa yapabilir. Böylece hayâli hakikate karıştırarak hakikate perde olabilir. ”Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmediği hâlde, tezyidinden[ziyadeleştirdiği şeyden] noksan, ıslâhından fesat, medhinden zemm, tahsininden kubh tevellüd eder.”3 Bu ise İslâm’a büyük bir zarar verebilir.
Kur’ân’da mücâzefe-mübalâğa yoktur
Kur’ân haktır, hakikattir, akla münâfi hiçbir meselesi yoktur ve olamaz. Mücâzefe, mübâlağa, içinde bulunamaz. Onun içindir ki Kur’ân’da mücâzefe yok ve olmaması lâzımdır. Hem onun hakikî belâgatına mübalâğa yakışmıyor ve yakışamaz. Evet, hayâlin ne haddi vardır ki; nurefşan olan Kur’ân’a karşı kendini hakikat gösterebilsin? Evet, mesleği hak olanlar meylü’t-tezeyyüd, meylü’l mücâzefe, meylü’l-mübalâğadan müstağnîdir.
“Her muhibb-i dine [dine muhabbet duyanlarda] ve âşık-ı hakikate [hakikate aşık olanlarda] lâzımdır: Her şeyin kıymetine kanaat etmek ve mücâzefe ve tecavüz etmemektir.”4 Dine muhabbet eden ve hakikate âşık olanlarda meylü’t-tezeyyüd, meylü’l mücâzefe ve meylü’l-mübalâğadan sakınmalı, haddi aşmamalı, ölçülü ve muvazeneli olmalıdır.
Hak meslekte olanlar, hakikati olduğundan farklı göstermek ile hakka hürmetsizlik eder ve mesleklerine zarar verirler. Bu vaziyet bir ‘seciye-i seyyie’dir. Bu kötü ahlâk ve yanlış fiiller ile iyilik olmaz, böyle bir ahlâkla beğendiği, vasfettiği veya hikâye ettiği şeyde mübâlağaya gitmek, iyilik ediyorum zannederken fenalık etmek demektir. “Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.”5 cümlesi tam da bu vaziyeti ifade ediyor olmalıdır.
Dipnotlar:
1- Muhakemat, s. 43.
2- https://sevdasohbet.net/mucazefe-ne-demektir/
3- Muhakemat, s. 43.
4- Age.
5- ESDE, Münazarat, s. 174.