Dalgınlık, dikkatsizlik, aldanma, ihmâl mânâsına gelen gaflet kelimesi, bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrâk edilememesi, nefsin kendi arzusuna uyması, zamanın boş geçirilmesi, yeterince uyanık ve dikkatli davranılmadığı için insana ârız olan aldanma hâli şeklinde tarif edilmiştir.
İnsanın gafleti ve dalâleti, şeytânî desîselerden meydana çıkar. Gaflet hâli, insanın işlediği lehviyatın neticesidir. “(...) fakat gaflet veren lehviyatlar, muvakkaten iptal-i his nev’inden, zâhiren hissettirmiyor.”1 Bu nedenle gafletin dereceleri muhteliftir.
Gaflet, enâniyet ve dünyaperestlikten de çıkar. Gaflet ve isyan ile ene kalınlaşır. Yani ene, gaflet ve isyan ile öyle kalınlaşır ki, sahibini yutar. Bediüzzaman “Kardeşlerim! Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enâniyet, bu zamanda hükmediyor.”2 ifadesinde bulunur.
Gaflet içinde, hayvanî bir haz ve hevesât vardır. Zîşuura vazîfesini unutturur. Böylece insan gafletle ibâdeti unutur. Gâfil olan insan, kendi vazîfesini terkeder; Allah’ın vazîfesiyle meşgul olmaya başlar. İnsan vücûd-i şahsisine güvenip mûcid-i hakîkîden gaflet edebilir. Bu vaziyet insanı gaflete düşürmekle, Allah’a ubudiyetine mâni olan cüz’i nazarını, cüz’i şeylere hasretmeye sebep olur.
Gençlik sarhoşluğu, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gösterir. Elîm elemleri ve dehşetli manevî azapları muvakkaten hissettirmez. Ehl-i dalâletin manevî bir cehennemi kalbinde hissetmemesi, pek kalın gaflet sersemliğinden dolayıdır. Ayrıca fânî dünyanın, bekâsız ve ağır işleri de gaflet verir. Frenkmeşrebâne terbiye, gafleti ziyâdeleştirir. Nefs-i insâniye, gaflet ile kendini unutuyor. Hem gaflet, hissi iptal eder. Bundan dolayıdır ki dünya, gâfillerin mâşukasıdır.
İnsanda bazı lâtifeler var ki, gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. İnsan, gaflet ile zerreye masdar olduğu zannıyla bakınca san’at-ı İlâhiyeyi, tağutî bir tabiata kalbeder. Mâlik-i hakîkîden gaflet, nefsin firavunluğuna sebeb olur. Nimet içinde in’amı görmeyenler, Mün’im-i hakîkîden gaflet ederler. Aklın gaflete, mâsiyete veya maddiyata dalma sebebi ile darlaşması, insanı hakikî vazifesinden alıkoyar. Hususan bahara yakın, hayat-ı dünyeviye gafletinin bir derece fütur vermesi hizmetlere mâni olur.
Asabiyet-i câhiliye, gaflet, dalâlet, zulmetten mürekkep bir macundur. Siyâset-i rûy-i zemin, gaflet ve dalâletin en boğucu ve aldatıcı, en geniş perdesidir. Gâfile göre, rızkın âkıbeti muvakkat lezzetten sonra füzûlattır. Dünyanın gafletkârane gülmeleri, ağlanacak acı hâllerin perdesidir.
Öyleyse ey insan, başını gaflet kumuna sokma, çıkar! Nedir bu gurur, nedir bu gaflet? Ecel, insanı gaflette yakalarsa ebedî hayatına çok zarar verebilir. Bediüzzaman da diyor ki: “Gençliğin gaflet uykusundan ihtiyarlık sabahında uyandığım bir anda...”3 “En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tâbi olur.”
Dipnotlar:
1- Şualar, sf. 29; 2- Şualar, s. 349
3- Mesnevi Nuriye, s. 185; 4- Mektubat, s. 330