Bazı acılar vardır ki tarifi yoktur, bazı sıkıntılar vardır ki paylaşmakla hafiflemez.
Bir de öyle imtihanlar gelir ki, değil sadece bedeni, ruhu da yorar. Peki insan nasıl ayakta kalır onca felâketin, hastalığın, ayrılığın, yokluğun içinde?
Modern akıl bunu açıklamaya çalışır; kimyasal dengeler, hormonlar, psikolojik savunma mekanizmaları… Ama ne yapsa da bir noktaya kadar gelir; sonra susar. Çünkü bu sorunun cevabı biyolojinin değil, Nurların alanındadır.
İşte burada Risale-i Nur reçetesiyle Bediüzzaman konuşur ve der ki: “Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”
Musibet zahiren şer görünür. Fakat çok hayırlara ve neticelere medardır. Bu cümlede gizli bir sır vardır: Zahiren ağır gelen şeyler, hakikatte insanı kemale erdiren merdivenlerdir.
Bir insan başına gelen felâketi sadece bir musibet olarak görürse, onun altında ezilir. Ama onu bir terbiye edici, bir gönderilmiş ders olarak kabul ederse, artık o musibetin hâkimi olur. Acıyı dert olmaktan çıkarır, derman eder. İşte o zaman kalbi ferahlar. Çünkü bilir ki, her yara içinde bir merhemle gelir.
Çünkü “Her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.” 1 Dikkat et: “Sonra” değil, “beraber.” Demek ki kolaylık zorluktan sonra gelmez; onunla aynı anda vardır. Lakin çoğu zaman biz o kolaylığı göremeyiz. Çünkü bakışımızı sadece yaraya kilitleriz, ilacı göremeyiz.
Bediüzzaman bir yerde şöyle der: “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakkî eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.”
İnsan, başına gelen musibetlerle Rabbine yönelirse, o musibet onun için bir rahmete dönüşür. Bu yöneliş, pasif bir tevekkül değildir. Bilakis en derin içsel gayretin, en büyük manevi çabanın adıdır.
İnsana kaldıramayacağı yük yüklenmez. Cenab-ı Hak, “Allah, hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez” buyurur.2 Demek ki mesele yükte değil, yükü taşıyacak omuzu tanımaktadır.
Her dert, insana aslında kendisini tanıtmak için gelir. Kim olduğunu, nereye baktığını, neye yaslandığını sorgulatmak için. O yüzden dert, doğru okunursa nimete dönüşür. Yanlış okunursa musibetin de ötesinde bir azaba.
Bu düşüncelerin imanlı bir bakışla terakki vesilesi olurken; imansız bir bakışla sefaletin sebebi olabilir. Aynı hastalık, birine sabırla cennet kapısı açar, ötekine isyanla kapıyı kapatabilir.
Bu yüzden başa gelen her zorlukta en büyük şifre belki de şudur: “Vardır bir hikmeti.” Bu bilinçle bakıldığında, dikenin içinden gül çıkar, kefenin içinden ebedi cennet...
Bu bir hikmet terapisi..
Ne de rahatlatıcı değil mi?
Dipnotlar:
1. İnşirah Suresi: 5.
2. Bakara Suresi: 286.