Sosyal medyada karşıma çıkan bu soru ile geçmişe dair bir yolculuğa çıktım. Herkesin çocukluğu, kendine has hatıralar ve duygularla doludur.
Kimimiz için çocukluk; oyunlarla, neşeyle ve hayallerle süslenmiş bir dönemken, kimimiz için mücadele ve öğrenmeyle dolu bir süreçtir.
Bu soruya verilen cevaplar da oldukça derin izler taşıyordu. Onları okurken çok düşündüm: Aslında çocukluk dediğimiz şey, geçmişin izlerini taşıyan bir kitap değil miydi?
• “İlerde yaşayacaklarını bilseydin, büyümek istemezdin.”
• “Keşke babama daha çok sarılsaymışım...”
• “Ben çocuk oldum mu hiç bilmiyorum, sımsıcak bir sarılma, sımsıkı bir aile hatırlamadım ki ben. Hiç... Ailedeki iç savaşların kurbanı da gazisi de benim çocukluğum oldu.”
• “Artık rüyaların gerçek olmadığını biliyorum...”
• “Büyüyünce her şey geçecek sanmıştım.”
• “Yaşayamadan geçti bitti.”
• “Dünya seni büyüttü ama ben içimde büyütemedim. Sıkıştığın yerden çekip alamadım seni. Bizim gülüşlerimizde mahşere kaldı, orada ilk sana sarılacağım...”
Her insanın çocukluğu, bir romandaki farklı bölümler gibi çeşitli duygusal geçişler içeriyor. Çocukluk dönemi, belki de en saf mutlulukların, en büyük hayallerin ve en unutulmaz anıların yaşandığı dönemdir. Ancak çocukluk, sadece anılardan ibaret değildir; aynı zamanda bizi biz yapan, hayata karşı duruşumuzu şekillendiren bir dönem özelliği de taşır. Neden mi böyle? Bu soruya verilen yanıtları okurken, aklıma çocukluğun ne kadar derin izler bıraktığı aklıma geldi. Bir “Bediüzzaman” olabilmek çocukluktan geçmişti. Bediüzzaman Said Nursî’nin çocukluğunu okuduğumda sıradan bir çocuk gibi oyunlar oynadığı hayatı keşfetmeye çalıştığı ama onu farklı kılan, olaylara karşı duyduğu derin farkındalık ve manevî hassasiyetin varlığıydı. Kaybettiği cevizleri için birini suçlamak yerine Abdülkadir Geylânî’ye iltica etmesi, camide kelebeklerin yanmasına üzülerek çözüm üretmesi, onun farklı bakış açısının örneklerindendi.
O çocukluk döneminde kelebeklerin yanmasına üzülmesi;
“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum.” demesine vesile oldu kimbilir...
Tabiî her örneğin arkasında manevî mimarlar olan aile faktörü de vardır. Üstadın ailesinin manevî hassasiyeti de karakterini şekillendirmiş, çünkü annesi onu abdestsiz emzirmemiş, babası helal lokma konusunda titizlik göstermişti. Bu bilinç, Said Nursî’nin çocukluğu, büyük şahsiyetlerin nasıl yetiştiğine dair önemli dersler barındırırken, bugünün anne babaları için de ahlâklı ve bilinçli bireyler yetiştirmek adına hatırlatmalar ve muhasebeler yaptırmalıdır. Zira, çocukluk yolunu şekillendirme potansiyel olarak içinde yaşamaktadır.
Gel gelelim ben olsaydım bu soruya cevap olarak ne yazardım, belki oraya yazamadım bu yazıya yazayım istedim.
“O günden sonra hiçbir oyun eskisi gibi olmadı, çünkü artık çocuk değildim..”
Peki, siz kendi çocukluk kitabınızı yazacak olsaydınız, son cümleniz nasıl olurdu?