İnsanda daima kötülüğü emreden bir “nefs-i emmâre” vardır ve bu terbiye edilebilir. Yani nefs-i emmâre, levvâmeye veya mutmainneye inkılâp edebilir. Bu insanın imtihânının bir gereğidir. Şu da bir hakîkat ki bu durumda her şey bitmiş değildir. İnsanın imtihânı ve mânevî terakkîsinin ömür boyu devam etmesi için “mânevî bir nefs-i emmâre”den bahsedilir. Bediüzzaman’ın ifâdesiyle “Heves, damar, asab, tabiat ve hissiyât halîtasından çıkan bu mecâzi nefs-i emmâre, hakîkî nefs-i emmâreden daha şiddetli ve tehlikelidir. Buna binâen “Bu acîb asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile hem hakîkî, hem mecâzî iki nefs-i emmâre ittifak edip; öyle seyyiâta öyle günâhlara severek giriyor, kâinatı hiddete getiriyor.“1
Kör hissiyât-ı insâniye, fânî, hazır bir meyveyi, bâkî, uhrevî bir bahçeye tercih etmek cihetiyle, nefs-i emmâre bu hâlet-i fıtrîyeden istifâde etmek ister. Ancak ey nefis! “Sen, ânî ve fânî zevklerin bekâsını arıyorsun. Onun için, onun zevâliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyâtınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.”2 Ayrıca “Ey nefis! Ey zevke müptelâ bedbaht kör hissiyât! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur; o zevk ayn-ı elem olur.”3 Bunu bilmeli ve anlamalısın! Hem insan, “Âkıbeti görmeyen kör hissiyâtın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfî lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musîbetidir. O musîbet sırrıyla, hakîkî mü’minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar.”4 Bununla beraber bu zamanda ehemmiyetli bir hâl de “Âkıbeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyât-ı insâniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden ehl-i sefâheti sefâhetinden kurtarmanın çâre-i yegânesi; aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlub etmektir.”5 Evet ey insan! “Sen, nebâtî cismâniyetin cihetiyle ve hayvânî nefsin itibâriyle; sagîr bir cüz, hakîr bir cüz’î, fakîr bir mahlûk, zaîf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcûdat-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun.”6 Öyleyse şu hakîkate kulak vermelisin: “Madem dünya hayatı ve cismânî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir; hayvâniyetten çık, cismâniyeti bırak, kalb ve rûhun derece-i hayâtına gir.”7
“Eğer denilse: Bu kadar elîm ve karanlıklı, müşkilâtlı yola nasıl ekser insanlar gidiyorlar?
El-cevab: İçine düşmüş bulunuyorlar, çıkamıyorlar. Hem insandaki nebâtî ve hayvânî kuvveleri, âkıbeti görmedikleri, düşünemedikleri ve o insandaki letâif-i insâniyeye galebe ettikleri için, çıkmak istemiyorlar ve hazır ve muvakkat bir lezzetle müteselli oluyorlar.”8 Bununla berâber “Hem âkıbeti görmeyen ve hazır zevke mübtelâ olan insandaki nebâtî ve hayvânî kuvvelerin tatmini, telezzüzü, hürriyeti vardır ki, akıl ve kalb gibi letâif-i insânîyeyi insânîyetkârane ve âkıbet-endişâne olan vazîfelerinden vazgeçiriyorlar.”9
Ey nefis, ey kör hissiyâtın içine giren nefs-i emmâre! Ey zevke mübtelâ bedbaht kör hissiyât! “Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Madem yüzde doksan mâzideki ahbâb âdeta güya beni berzaha çağırıyorlar. Bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmağa mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı mânevîyesi bin derece müreccahtır… diye bu iki hakîkatlâ hadsiz şükürler olsun o ikinci nefs-i emmâre tam susturuldu, kalb ve ruhtan gelen zevke razı oldu, şeytan dahi sustu. Hattâ damarlarımdaki maddî hastalık da gayet hafifleşti.”10
Elhasıl “Cenab-ı Hakk’a yüz bin şükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhassa İhlâs Risaleleri, o iki nefsin bütün desâisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi”11 etti. İşte reçete, işte tiryak, işte tedâvî!
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, s. 335.
2- Emirdağ Lâhikası-I, s. 341.
3- Age., s. 345.
4- Kastamonu Lâhikası, s. 279.
5- ESDE, Hutbe-i Şamiye, s. 317.
6- Sözler, s. 525.
7- Lem’alar, s. 331.
8- Age, s. 223.
9- Age, s. 227.
10- Emirdağ Lâhikası-I, s. 345.
11- Kastamonu Lâhikası, s. 335.