Şarâb, İslâm dinince büyük günahlardan sayılmıştır. Bediüzzaman da şarâbı ekberü’l-kebâire dahil etmiş. Şarâbın yasak olması âyet ve hadîsle sabit olduğu için harâmdır. Şöyle ki, “Ey îmân edenler! Şarâb, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları ancak şeytanın işinden bir(er) pisliktir; öyleyse ondan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarda aranıza (o yol-la) ancak düşmanlık ve kin düşürmek ve sizi Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz, (bunlardan) vazgeçen kimseler (olmaz) mısınız? O hâlde Allah’a itâat edin, peygambere de itâat edin ve (ona muhâlefetten) sakının! Buna rağmen (itâatten) yüz çevirirseniz, artık bilin ki, Resûlümüze düşen ancak apaçık tebliğdir.”1 Hadîs-i şeriflerde Peygamber Efendimiz(asm) de: “Sarhoş edici bütün içkiler haramdır.”2 “Çoğu sarhoşluk veren içkinin azı da haramdır.”3 “İçki, bütün kötülüklerin anasıdır.”4 buyurmuştur.
Âyet ve hadîsle müskirattan, şarâb ve sâire içmek haramdır. Öyle ise, içki meclislerine-ihtiyarıyla- gi-dip oturmak da haramdır. Zîrâ yavaş yavaş harama götürmeye sebep olabilir.
Sû-i ihtiyarla sarhoş olmak mazeret değil…
“Meselâ, bir adam sû-i ihtiyârıyla haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hâl-i sekirde yaptığı tasarrufatta mâzur olamaz.”5 Veya “Bir adam, sû-i ihtiyârıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse, tasarrufatı, ulemâ-i şeriatçe aleyhinde cârîdir, mâzur sayılmaz. Tatlik etse, talâkı vâki olur. Bir cinâyet etse, ceza görür. Fakat sû-i ihtiyârıyla olmazsa talâk vâki olmaz, ceza da görmez. Hem mesela, bir içki müptelâsı, zarûret derecesinde müptelâ olsa da diyemez ki, ‘Zarûrettir, bana helâldir.’”6 Görüldüğü üzere şarâb insanın idrâk ve muhakemesini elinden alıyor. Bu vaziyette insan, fayda ve zararı tefrik edemiyor. Yapılan nasihatler de tesirsiz kalıyor. Halbuki “Din nasihatir.”7 Bu ise dinimizin kesinlikle yasak ettiği bir husustur.
Bitlis Valisi ve memurların içki fiiline Genç Saîd’den tepki…
Bediüzzaman’ın, Bitlis Valisi ile içki konusunda yaşadığı mühim bir hâdise bu konuda ne kadar ciddî ve kararlı olduğunu gösterir. Şöyle: “Bitlis’de iken bir gün kendilerine Vali ile bir kısım memurların içki içtikleri ihbâr olununca, hiddetlenerek, “Bitlis gibi dindâr bir memlekette hükûmeti temsil eden bir zâtın irtikâp ettiği bu muameleyi kabul edemem.” diyerek içki meclisine gider. Evvelâ içki hakkında bir hadîs-i şerif okuduktan sonra pek acı sözler söyler. Valinin vurdurmak için işaret etmesi ihtimâline binâen de bir elini rovel- verinin bulunduğu yerde tutar. Fakat Vali fevkalâde mütehammil ve hamiyetli bir zat olduğundan, kat’iyen ses çıkarmaz. Oradan ayrılınca Valinin yâveri, Genç Saîd’e, “Ne yaptınız? Söyledikleriniz, idamınızı mûciptir” der. Genç Saîd, “İdam hayâlime gelmedi; hapis ve nefiy zannederdim. Her ne ise, bir münkeri def etmek için ölürsem ne zararı var?” cevabında bulunur. Oradan avdetinden bir iki saat sonra, iki polis vasıtasıyla Vali kendisini istetir. Valinin odasına girerken, Vali hürmet ve tâzimle Genç Saîd’i karşılayarak elini öpmek ister. İltifatla yer göstererek, “Herkesin bir üstâdı vardır. Sen de benim üstâdımsın” der.”8
Yaşanmış olan bu ibretli vaziyet gösteriyor ki, içki konusunda Bediüzzaman tâ gençlik yıllarında devlet erkânının yapmış olduğu bu fiile şiddetle karşı çıkmış ve sert tavır göstermiştir.
Sarhoş kâğıdı imzalamıyor!
İçki konusunda Bediüzzaman’a iftira sadedinde bir hâdise nakledilir. Komplonun bir parçası olarak, üç tane sivil kıyafetli polis Emirdağı’na gönderilir. Bunlardan Sâlih9 isimli polis, bir kâğıdın üzeri-ne; “Saîd Nursî talebesine bakkaldan içki aldırttı.” diye yazmış ve bunu imzalatmak istemişler. Hiç kimseye imzalatamayınca bir ‘sarhoş’ bulmuşlar ve ona imzalatmaya çalışmışlar. O sarhoş dahi bu yalana, bu iftiraya tepki göstermiş ve dünyada böyle bir yalanın altına hiç kimsenin imza atmayacağını, atamayacağını söylemiş ve o iftiracılar da emellerine ulaşamamış.10
Polis memuru Sâlih’in başına gelenler!
Abdurrahman Akgül anlatıyor: “Hep beraber bir düğüne gitmiştik. Bir müddet eğlendikten sonra vakit gecikmişti. ‘Kalkalım’ dedim.
Salih: ’Komiser Bey, ben biraz daha kalayım’ dedi.
Ben de ‘Peki’ dedim. Biz Hasan’la otele döndük. Salih bizden sonra ölçüyü kaçırmış, çok fazla içmiş. Sarhoş olduktan sonra etrafındakilerle kavga etmiş. Onlar da kendisini iyice dövmüşler. Gece yarısı bekçiler beni uyandırdılar. Hasan’la beraber gittik. Bir derede pis suların içinde yatıyordu. ‘Salih! Salih!’ diye sarsıyordum, hiç kendinde değildi. ‘Ha! Ha!’ deyip duruyordu. Baktım üzerinde tabancası da yok. Sordum. Hiç kendinde değildi. Cevap verecek hâli yoktu. Sonra durumu vilâyete bildirdim. Salih’e tabancasının bedelini üç misli ödettirdiler. Rütbe tenzili cezasıyla başka bir yere gönderdiler.”11
Dipnotlar:
1- Maide Suresi, 90-91-92
2- Müslim,3/ 1575-1576; et-Tâc, 3/141
3- İbn Mâce, es-Sünen, 2/l124 Hadis No: 3392;et-Tâc 3/142
4- Keşfü’l Hafâ, l/382 (Hadis No: 1225, Beyrut 1351
5- Mesnevi-i Nuriye,(2009), s. 146
6- Sözler,(2004) s. 783
7- Müslim, Îmân 95
8- Tarihçe-i Hayat,(2007) s. 73
9- “Salih, küfürbaz ve inancı zayıftı.” (Abdurrahman Akgül-Son Şahitler 3.Cild s. 143)
10- Ayrıntılar için bakınız: Tarihçe-i Hayat [Afyon Hayatı], YAN, İstanbul-2017, s. 554
11- Abdurrahman Akgül-Son Şahitler 3.Cild s. 143