Şahıs merkezli yapılanmalar, taraftarlarını konsolide edip kemikleştirmek için, onların bazı duygularını köreltme, melekelerini törpüleme, mümkünse yok etme mekanizmasını çalıştırırlar.
Dizginini bu tür yapılara kaptıranlar, zamanla hakîkaten duygu körelmesi yaşarlar. Aynı şekilde, muhakeme etme, yahut mihenge vurma yeteneğini kaybederler. Âdeta birer robota dönerler. Neler ezberletilmişse, hep o yönde laf salatası yapıp dururlar. Bütün duygu ve düşünceleri bir noktaya kilitlenir: Savunmak da savunmak. İllâ da savunmak. Tarafgiri olduğu şahsa toz kondurmaksızın habire savunmak, militanca savunmak, bağnazca savunmak, dönüp dönüp yine savunmak…
Böyle bir tarafgir, elbette ki hakîkati araştırmaz; ona ne ezberletilmişse, ona ne yutturulmuşsa, o çerçevede konuşur, hep o yönde laklak edip durur.
«
İşin en acıklı yönü, bağnazlıkta level atlayan tarafgirler, ne hâle getirildiklerinin farkında bile değiller. Görmek-duymak istemedikleri şeylere karşı âdeta kör ve sağırlara dönerler. Aynen şu sözlerle ifade edildiği gibi: “Tarafgirlik hissi, tarafgir nazarı, taraftar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez; zulmüne rıza gösterir, belki alkışlar.” 1
Tarafgir kişi, iki türlü sıkıntıya düçar olur.
Biri: Muhalif olduğu taraftan güzel, hayırlı, şifalı bir şey gelse, yine de almaz. Düşüncesizce reddeder. Bu ise, ona iyi gelecek bir ilacı reddetmek gibidir. Böylelikle, sıhhatine bir nevî zarar vermiş olur.
İkinci sıkıntı: Kendi tarafından gelecek bir şeyi sorgulamadan alır, yutar. Bu yuttuğu şey zararlı da olabilir. Ama farkında bile değildir. Bu ise, kafa ve kalbin midesini bulandırabilir, hazımsızlığa yol açabilir. Sıkıntı kaçınılmaz olur.
«
Hak ve hakîkate taraf olmak, İslâmın şânındandır. Şahıs merkezli değildir. Belki, hakîkatli düsturlar, hikmetli ölçüler, oturmuş prensiplere üzerinden gider. İnsaniyete yakışan bir meziyettir. Sahibini sâhil-i selâmete götürür. Ama bu bahs-i diğerdir.
Burada anlatmaya çalıştığımız zararlı tarafgirlik, bir şahs-ı mânevinin mekanizması içinde yer alan düsturları hiçe sayarak, bilhassa şahıs merkezli bir yapılanmanın talimatlarına karşı itaatkârane bağlanmak, yahut kul-köle gibi serfürû etmektir.
Bu ise, er ya da geç, günün birinde sahibinin ayarını bozacak derecede sıkıntı verir, belki azap içinde bırakır. Yazık olur.
«
Tarafgirlik damarı kuvvetlendikçe, kişide körlük ve sağırlık derecesi de aynı nisbette kalınlaşır. Bu hâle gelen biri, şüphesiz daha ziyade tehlikelere mâruz kalır. Zira, zamanla gelecek olan ölümcül tehlikeleri bile göremez, duyamaz, hissedemez olur.
Onun için, evvel-âhir bir tavsiye, hatta vasiyet gibi zikredilen Üstad Bediüzzaman’ın şu sözünü ömür boyu hatırdan çıkarmamak, öncelikle kendi menfaatimiz icabıdır:
“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut, bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayın. Zira, çok silik söz ticarette geziyor.” 2
«
Tahkiksiz gitmek, bu zamanda bizi bir badireye doğru sürükleyebilir, hatta bir felâkete dahi atabilir. Dolayısıyla, son derece dikkat ve ihtiyatla gitmek icap ediyor.
Bu meyanda, “son söz” yerine geçecek şu hatırlatmayı dikkat nazarlarına sunuyoruz:
Bu gibi durumlar karşısında, evvel-âhir tavsiyemiz, şu mustakîm tavsiyeye uymaktır:
“Kardeşlerim! Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayat ve cihanı sarsacak hadiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidâl-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.” 3
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s: 83
2- Münazarat, s: 48