Eksik mi Okuyoruz?
Bu mesele bir iman müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursî’ye sorulmuştur. Bediüzzaman da cevap vermiş ve bu cevap, Mektubat’ta yazılmıştır.
Fakat bazılarınca eksik bir okumayla, Bediüzzaman sanki tek başına “Lâ ilâhe illallah” demek yeterli demiş gibi tenkit konusu yapılmış.
Bir iman zenginliği, eksik bir okumaya kurban edilebilir mi? Satırlar cümle cümle tam okunmalı ve üzerinde tam düşünülmeli değil midir? Anlaşılmayan bir husus varsa bilenlerle tekrar okunmalı değil midir?
“Ben okudum, böyle anladım” demek olur mu? O zaman “sen eksik okudun, eksik anladın” demezler mi?
Akıllı birisi olarak bu ithama maruz kalmaz mısın? Sana yazık değilse de, aklına yazık olmaz mı?
İki Kelam Bİrbİrİnden Ayrılmaz
Bediüzzaman diyor ki: “Kelime-i Şehadetin iki kelâmı birbirinden ayrılmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, biribirisiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hâtemü’l-Enbiyadır, bütün enbiyanın vârisidir. Elbette bütün vusul yollarının başındadır. Onun cadde-i kübrâsından hariç hakikat ve necat yolu olamaz.”1
Mesele burada bitmiştir. Bu söz yeterince anlaşılmıyor mu?
Fakat, işin istinası vardır. İstisnasını Bediüzzaman şöyle ifade ediyor:
“Hem bazen oluyor ki, Peygamberi bilmiyorlar; fakat gittikleri yol, cadde-i Ahmediyenin eczâsındandır. Hem bazen oluyor ki, bir keyfiyet-i meczubâne veya bir hâlet-i istiğrakkârâne veya bir vaziyet-i münzeviyâne ve bedeviyâne suretinde, cadde-i Muhammediyeyi düşünmeyerek, yalnız lâ ilâhe illallah onlara kâfi geliyor.”
Buradaki istisnaları şöyle sıralayalım:
1- Bazıları var; Peygamber’i (asm) kasten değil, cehlinden bilmiyor. Duymamış, duyurulmamış… Bilse iman edecek.
2- Bazıları var; meczuptur veya münzevî yaşıyor, ya da dağ veya orman insanı, dünyadan haberi yok! Muhammed aleyhissalatü vesselamın dinini bilmiyor…
Böyle arızalar olabilir. Bunlar arızadır, kişiye özeldir. Af sebebidir.
Uyarıya Dikkat!
Bu konuyu Bediüzzaman şöyle açıklıyor: “Bu çeşit ehl-i cezbe ve ehl-i uzlet veya işitmeyen veya bilmeyen adamlar, Peygamberi bilmiyorlar veya düşünmüyorlar ki kabul etsinler. O noktada cahil kalıyorlar. Marifet-i İlâhiyeye karşı yalnız “Lâ ilâhe illallah” biliyorlar. Bunlar ehl-i necat olabilirler.”
Bu sözün devamı da şöyledir: “Fakat Peygamberi işiten ve davasını bilen adamlar onu tasdik etmezse, Cenab-ı Hakkı tanımaz. Onun hakkında yalnız ‘Lâ ilâhe ilallah’ kelâmı, sebeb-i necat olan tevhidi ifade edemez. Çünkü o hâl, bir derece medar-ı özür olan cahilâne adem-i kabul değil; belki o kabul-ü ademdir ve o inkârdır. Mu’cizâtıyla, âsârıyla kâinatın medar-ı fahri ve nev-i beşerin medar-ı şerefi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı inkâr eden adam, elbette hiçbir cihette hiçbir nura mazhar olamaz ve Allah’ı tanımaz.”2
Burada çok ciddi bir uyarı vardır: Bu uyarıyı gözden kaçırmak, Bediüzzaman’ı ithama çıkar.
Yalnızca “Lâ ilâhe illallah” kelâmının ne zaman kurtarmayacağını açıklıyor: Hazret-i Peygamber’i işitmiş ama tasdik etmemişse, yani inkâr etmişse ehl-i necat olmaz.
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 390.; 2- Mektubat, s. 391.