Bir bahar arifesinde cemreler, gökyüzünün derinliklerinden arzın kalbine peş peşe düşerken zaman taze nev baharı müjdeliyordu.
Kışın soğuk yüzünde fetretin manevî karanlıkları, inkâr zulmetleri âfâkı kaplamıştı. Allah demeyi yasaklayan dessas istibdat, akıllara pranga, kalplere kelepçeler vuruyordu. M. Akif’in şiiri, dua olmuş milletin dilinden aminlerle arşa yükseliyordu: “O nûru gönder, İlâhî, asırlar oldu, yeter! / Bunaldı milletin âfâkı, bir sabâh ister…”
Anadolu’da savaş yıllarının yoksulluğu hüküm sürüyordu. Evlerde ocaklar tütmüyor, ışıklar yanmıyordu. İslâm’a yapılan inanç tahribatları daha karanlık, daha acıtıcı, yaralayıcı hükmünü “Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle…” icra ediyordu.
Bediüzzaman 1927 Mart’ında Barla’ya ayak bastığında cemreler, beklenen baharı, nev baharı, hatta cennetâsa baharları haber veriyordu. Zulmeti yırtan ışık ışık şafak aydınlığı gibi o küçük beldede şafak sökmeye, Kur’ân nurları parlamaya başladı. İlâhî kelâmın, sönmez ve söndürülmez hakîkatleri, “sırran tenevveretle” bahar ferahlığı, bahar kokusu, bahar sevinciyle gönüllere akmaya, ulaşmaya, taşmaya başladı…
Kur’ân aydınlığıyla hakîkatlerinin nurlu sözleri yeniden dirilişin, uyanışın sesleri her yerden duyulmaya başladı. O sesi duyan bahtiyarlar iman nuruna, İslâm şuuruna koştular. Kur’ân’ın ulvî hakikatleri, mânâları, sırları, müjdeleri Bediüzzaman’ın nefesiyle gönüllere döküldü. Her yer bahar sevinciyle coştu, kuş cıvıltıları, divit seslerine karıştı. Kamışlardan, kalemlerden süzülen siyah nurlar beyaz satırlara, sayfalara, formalara, ciltlere yansıdı.
Mübarekler heyeti, saff-ı evveller, katipler, Nur postacıları, Isparta Kahramanları Bediüzzaman’a hayran oldu, hâdim oldu, talebe oldu, O Nur hâlesi etrafında harman oldular. “Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı, / Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı” ideali ile yola çıktılar... Bediüzzaman: Komünizm dâhil tüm dinsizlik rejimleri ve istibdada karşı: “İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum...” diyerek iman, Kur’ân hizmetlerini başlattı.
Kur’ân davasının gönülleri aydınlatan meşalesinin kıvılcımları Isparta ve Barla karyesinden âfâka yükseldi. O yükselişi hiçbir kuvvet durduramadı. Taş duvarlar, demir parmaklıklar, bileklere vurulan kelepçeler, zindanlar, baskılar, zulümler Isparta Kahramanlarına mâni olamadı. Elle yazılmış, altı yüz bin Nur Risaleleri, Anadolu’nun en ücra yerindeki muhtaç gönüllere gece, gündüz demeden ulaştırıldı. “Takdir-i Hüdâ kuvve-i bâzû ile dönmez, /Bir şem’a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez!..” Kur’ân’dan süzülen Risale-i Nur hakikatleri gönülleri aydınlattı, hakkı, adaleti, istikâmeti gösterdi. “Azâdedir İslâm’ı saran tehlikelerden/Davası temiz çünkü siyasî lekelerden.”
Bediüzzaman Risale-i Nurları telif, hizmetlerini tekmil ve mahkeme safahatlarını beraatlerle tescil ettikten sonra, dinsizlik cereyanına ve her türlü kötülüklere karşı, Kur’ân hakikatleri Risale-i Nurlar’ın âlem-i İslâm’a ve dünyaya ilanı için matbuat lisanıyla konuşma ve ders vermenin zamanı geldiğini ifade etti.
Yine bir bahar mevsiminin eşiğinde bereketli cemreler Anadolu topraklarına düşerken 21 Şubat 1970 günü Yeni Asya Gazetesi besmele ile yayına başladı. “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şuradır” mesajıyla zamana şerh düşüyordu. Bediüzzaman’ın talebesi Zübeyir Gündüzalp’in nezareti ve ağabeylerin meşveretiyle başlayan bu kutlu, mübarek, istikametli yürüyüşün 56. Yılındayız. Hakkın yanında, haksızlığın, zulmün, inkârın, israfın, sefahatin, kötülüklerin karşısında dimdik duran Nur Talebeleri, Yeni Asya irfan mektebi ile vatan sathında Kur’ân tefsiri Risale-i Nurlar ve onların şerh ve izahları kitaplarıyla insanlara hakkı tebliğ etmiş, nesiller yetiştirmiştir.
Yeni Asya çıktığı günden bu yana hiç okuyucularını yanıltmamış, mahcup etmemiş, müspet hareket ve tavizsiz istikrar çizgisiyle 56 yıldır şerefle, iftiharla, ihtişamla, istikâmetle yoluna devam etmektedir.