İnsan, maddî cismiyle küçük bir varlık olmasına rağmen âlemlere bakan, kâinata denk, mahlukata hükmeden ve Rabbimize muhatap olan üstün vasıflarla yaratılmış.
Duygular, hisleri, akıl, kalp, ruh, latifelerle donatılmış, mesuliyetler verilerek arzın halifesi olmuş… N. Fazıl, “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir.” Demiş. Akıp giden zamanın çarkında törpülenen ömürler, takdir edilmiş vaktini tamamlar, berzaha doğru şimşek gibi yol alır, gider…“Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını süratle çalıştırıyor.” 1
Her yaz döneminde meyveler olgunlaşıp tatlandığı mevsimde Sultandağı’nın güzel yaylası, dağı, bağı, bahçeleri, soğuk sularının cazibesi bizi davet ederdi. Ağaçların koyu gölgesi, dallardaki kırmızı meyveler, salkım salkım üzümler… Cennet misal güzellikler içinde kâinatı okumak, Rabbimizin nimetlerine şükür, tefekkür, tezekkür, teşekkür etmenin huzurunu tadıp ruhen ferahlardık…
Geçtiğimiz yaz ekipten güler yüzlü, tatlı sohbetleri ve esprili latifeleriyle seyahatlere renk katan arkadaşımız Mustafa Lafçının rahatsızlığı aramıza katılmasına engel oldu. Gönderdiği selam ve ikramlarla Onu yad ederken ağır hastalığına üzülerek hayır dualar etmiştik. “Ehl-i hakikatin sohbetine, zaman, mekân mâni olamaz…” gerçeğiyle teselli bulmuştuk.
O bir dava insanıydı. Onun davası İslam’ın ulvî emirleriydi. İbadetlerini aksatmaz, aylık cüzlerini kısa zamanda okur bitirirdi. Kur’ân-ı Kerîm’i okumak, tefsirlerini mütalaa etmek ve inandığını yaşamayı şiar edinmiş tevekkül ve teslimiyet dolu bir gönül insanıydı. Eşiyle katıldığı umre ziyaretindeki arkadaşları ondaki Allah aşkını, Peygamber (asm) sevgisini ve ibadet gayretini takdirle anlattılar. Haksızlığa, zulme ve adaletsizliğe karışı heybetli duruşuyla ve sert mizacıyla diklenir, kalın sesini yükselterek tavır koyardı. Hep masumun, mağdurun yanında olurdu. Hayatını adalet ve hakkaniyete adamış, istikametle yaşamış bir iman ve istikamet timsaliydi.
Öğretmenlik mesleği ve idarecilik görevleri boyunca onun hakta sebat ve ısrar ettiği, ne pahasına olursa olsun geri adım atmadığı çok hatıraları vardır… Sosyal Hizmetlerde çalışırken babacan tavrı, sevgi ve şefkatle ilgilendiği çocukları kendi çocuklarından ayırmazdı. İhtiyaçlarını giderirken, hediye alırken, harçlık verirken birçoğunu kendinden karşılardı.
Hayatında hastalık musibetinden şikâyet etmeyen birini sorsalar, herkes onu gösterirdi. Omurilik ameliyatı ile kısıtlı hareketleri, kolunun yarım fonksiyonunu normal karşıladı. Göz kapağındaki sorundan, şeker ve tansiyon probleminden ve sonradan ârız olan dahilî hastalıkların hiçbirinden şikâyet etmedi. Gereken tedavilerini eşi Fikriye Hanımın ve kızlarının desteğiyle devam ettirdi; sıkıntılara karşı sabır, teslimiyet ve kadere rıza ile tahammül etti.
Her ziyaret ettiğimizde güzel şeyler anlatır, söyler bizlere ümit ve teselli verirdi. Onkoloji servisinde gördüğü tedavide her geçen gün solan yüzünde, sakinleşen bakışlarında sessiz gemi gibi yolculuğun emareleri ve işaretleri belirginleşse de onun dağlar gibi imanı, sabrı ve tevekkülü telaş ve endişeye mahal bırakmıyordu. “Çok şükür ibadetimi oturarak da olsa yapabiliyorum” sözü ile yüzündeki tebessüm, içimizi ferahlatıyor, içimizi acıtan hüzünleri dağıtıyordu…
Ağustos sonunda emri hak vâki olmuştu. Ahirete yolculuğun bütün safhasında genç bir insanın sessiz bedeni, nurlu yüzü ibretli dersler veriyordu. Her sözünde ağabey, diyen kardeşim fânî dünyaya veda ederken hicranıma matem gözyaşlarım kâfi gelmiyordu. Onun ebedî âleme yolculuğunu meslektaşı Ömer Coşkun rüyasında şöyle görmüş: “Barla’da bulunuyordum. Mustafa Lafçının cenaze namazına rahatsızlığım nedeniyle katılamadım. Aynı gün öğle vakti hastalığımdan ağırlık bastı uyumuşum. Mustafa Ağabeyle karşılaştım. Ona üzülme! Sen bunları bilirsin. İnsan bir yolcudur. Ruhlar âleminden, anne rahminden, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan (gerçi sen ihtiyarlığı yaşamadın) kabir alemine ve Cennete giden bir yolculuktur, dedim. Bana baktı ve gülümseyerek tebessüm etti…”
Gönüllerde ve kalplerde hoş sedalar, tatlı hatıralar bırakan bahtiyar insan Mustafa Lafçı’ya Rabbimden rahmet ve mağfiret diliyorum.
1- Mesnevî-i Nuriye