Sabahın erken saatleriydi. Yalnız başıma sokaklarındayım; Barla’nın huzur veren manevî havasını teneffüs ediyorum.
Ziyaret, tefekkür, tezekkür ve özlem dolu hissiyatımla Barla’nın meskûn mekânlarını hatıraların izinde hayalen farklı bir anı yaşamak istiyordum. Sonbahar havası, sabah serinliği, hasret kokan toprağın üstünde, mevsimin ritmine uyan hafif rüzgâr ve kıpırdayan yaprakların hışırtısının çağrıştırdığı hüzünlü musikî… Tırmandığım yokuştan yukarılara çıktıkça, yakından uzağa her taraf kendini gösteriyor. Kurumaya yüz tutmuş gölün suları, ipekten mavi bir atlas gibi rüzgârda dalgalanıyordu…
Dağların haşmetli duruşu, zümrüt yamaçların endamı, eteklere serpiştirilmiş meyve yüklü bahçeler, ağaçlar, sıra sıra selvilerdeki kuşlar… Nereye baksan Nur deryasından bitmez, tükenmez hatıralardan esintiler sunuyor, ruhumu ısıtıyor, kalbimi okşuyordu. Attığım her adımda Bediüzzaman var aklımda. O mekânları yalnız dolaşan, tefekkürle mana kazandıran, bastığı yerleri şereflendiren, gönülleri Kur’ân nuruyla aydınlatan Asr-ı Saadet Müslümanı mübarek insan, Barla’nın yıllarca güz mevsimini uğurlamış; sarı, kırmızı, turuncu yaprakların dökülüşünü hikmetle, hüzünle seyretmiş... Denizli Şehir Oteli’nde nazenin yaprakların zikrini tefekkür ederken, sonbaharda döküleceklerini düşünüp acımış, ağlamıştı…
Sevinçlerin, hüzünlerin, hasretin, hicretin, gurbetin içinde Barla Bediüzzaman’a ev, yuva, yurt olmuş. Risale-i Nurların doğduğu, Kur’ân’ın ulvî hakikatlerinin asrın idrakine, irfanına, fehmine elmas mücevherler olarak insanlığa neşredildiği kutlu, mübarek bir belde olmuş. Cesur, çalışkan, kahraman gençler Bediüzzaman’a fedakâr talebe olmuşlar. Buralarda her karış mekânda Nur hakikatlerine mekân, imkân, yapıtaşı olmuş, misal verilmiş, Cennet Bahçesi adını almış, hasret otağı, hayat iksiri, gönül deryasını coşturmuş ışık huzmesi, renklerin esrarı, zikirlerin nefesi olmuş. Buralarda yüzlerce sırlar, işaretler, izler vardır.
Risale-i Nur tarihinin altın sayfaları, Lâhika mektupları, Nur düsturları, kardeşlik muhabbeti, dava şuuru, iman, ihlâs, ibadet ve takva esasları ve külliyattaki ilim hazinesi, irfan deryası bu mekanlarda gece gündüz demeden satırlara dökülmüş, çoğaltılmış. Nur postacılarının omuzunda sıcak soğuk demeden uzaklara ulaştırılmış.
Başka yerlere nazaran yüz derece fazla hizmet edilen mübarek Barla ve Isparta’nın bahtiyarları o Cennet mekânda istirahati hak etmişlerdi. Zamanın fendine, Süfyan gücüne, istibdadın zulmüne boyun eğmemiş ve minnet etmemiş şecaat kahramanları tarih sayfalarına geçmişlerdi. Yirmi Yedinci Mektub’un medresesini divit sesleriyle konuşturmuşlardı. Her karış toprağa nurdan haleler, hatıralar, hakikatler yazıldı. Bediüzzaman’ın yağmurda çamurdan yırtılmış lastik ayakkabısı vesilesi ile talebe olan ve Sıddık Süleyman unvanı ile sekiz sene Üstadı hiç gücendirmeden hizmet eden talebesi… Risale-i Nur’u yazan katipler, saff-ı evveller, rükünler, dostlar, kardeşler, talebeler, Nur postacıları… Fetret zulümlerini, inayet-i İlâhî ve kalemleriyle yırtıp parçalayan Isparta kahramanları…
Barla’nın yukarısında, etrafa nazır bir tepenin üstünde gökyüzüne doğru kollarını açıp uzanmış sedir, selvi, ardıç, çam ağaçlarıyla; çiçeklerin rengi, çimenlerin yeşilliğiyle kudretten süslenmiş ve kuş sesleriyle şenlenmiş asude bir mekandayım. Manevî bir iklimin, ilmin, ömrün, zamanın ruhuna, toprağın sinesine vedia elmiş kahramanların makberinde sükunetle esameleri ve tarihçeleri okunuyordu. Bahtiyarların berzahta sürurla huzur ve nur içindeki hâllerine imrendim…
Huzurda veda ederken güz rüzgârlarının esintileri selâm, dua ve Kur’ân seslerini oradakilere ve uzaklara alıp götürüyordu.
İkindi vakti geçmiş, gölgeler uzamıştı. Ahirzaman Mehdîsinin mekanlarına, medresesine, çınara, çeşmeye, sarmaşıklı minareye; Üstada talebe olmuş, Kur’an okuduğu için 6 yaşında karakol gören doksan yaşındaki Zeliha Teyzeye veda edip ayrıldık…