Mende Köyü, Uşak’a çok yakın mesafede bulunan küçük, şirin, huzurlu, nurlu bir köy. Yeni adı Kaşbelen olsa da herkesin sevdiği, iştahla yediği meşhur Mende ekmeğinin tadı köyün tarihî adını unutturmamış.
Anadolu insanın çalışkanlığı, âdetleri, hasletleri, misafirperverliği hâlâ devam ediyor o köyde. Bağları, bahçeleri, mesireleri, zümrüt yamaçları, gür ağaçları ve ekili alanlarıyla her mevsimde gözlere, gönüllere hitap eden, hoş letafet, tatlı sürur veren Mende’nin hususiyetleri saymakla bitmez.
Mende’de Nurun iman ve irfan mektebi vardır. O köyde yıllarca, her gün akşam Kur’ân’ın ulvî hakikatleri ve tefsirleri olan Risale-i Nurlar’dan ders yapılır. Gündüz herkes bağda, bahçede, tarlada işlerini yaparlar akşam olunca, Bediüzzaman Hazretlerinin medresesinde Kur’ân sofrasından ilim, iman, marifet, ahlâk ve fazilet dersleri tahsil ederler. Bu yüzden kavgasız, nizasız, huzur ve bereketin bol olduğu Mende Köyünün maddî ve manevî bahçeleri güzel, şirin ve meyvedardır…
Geçen gün o köyün büyük, mübarek ve mümtaz şahsiyetlerinden Ramazan Zeybek’i ebedî istirahate tevdî etmek vesilesiyle Mende Köyü’ne gittik. Ölümün hakikatini Kur’ân’ın rahle-i tedrisinden ders almış, nur yüzlü mütevazı insanların arasında olmanın huzurunu ve bahtiyarlığını tattım. Kabristandan medreseye beraber gittiğimiz İsmail Acar, Ali Demir ve Mevlüt Karadedeli iman davasına gönül vermiş bahtiyarlardan oldukları her hâllerinden fark ediliyordu. Hikmetli sözleri, nurlu sohbetleri, bol ikramları bizleri mest etti. Mevlüt Ağabey, namaz sonrası yarım saate yakın ezbere münacat duası yaptı. Namaz dersi olarak, dua ettiği kadar, Risale-i Nurlar’daki hakikatlerden ezberden ders okurken Fihrist Risalesi’ndeki Risale-i Nur’a gel kasidesini hatırladım: “Etme Kur’ân’ın ziyasından sakın kat-ı nazar / Sofra-i Rahman açık, ikrâma gel, ihsana gel…”
Allah Resulü (asm) Ashabı ile bir sohbet meclisinde oturuyorlardı. Peygamber Efendimiz (asm):
“Cennet bahçelerine uğradığınız zaman istifade ediniz.” buyurdular. Sahabeler:
“Cennet bahçeleri nerelerdir, yâ Resulallah?” diye sordular. Efendimiz (asm): “Oralar, ilim ve zikir meclisleridir.” buyurarak cevap verdi.1 Mende Köyün’nün manevî, nurlu bahçesinden nasibimizi aldıktan sonra vedalaşıp ayrıldık.
Mende Köyü’nde her tarafında güz mevsimi hükmünü icra ediyordu. Âdeta baktığımız her yerde zaman “güz mevsimi kıyametini” gösteriyordu. Bozulmuş bağlar ve bahçeler, kurumuş otlar, sararmış yapraklar, solmuş güller, susmuş bülbüller, tenha havuzlar… Hazan rüzgârlarının sesi ve renklerin senfonisi ayrılık resitalinin terennümlerini hissettiriyordu. Pir-i fânî insanların hâlleri, duruşları, simaları uzaklara yolculuğu hatırlatıyor, ölümü anlatan işaretler gibiydi. İkindi vaktinde gölgelerin üşüten serinliği, batan güneşin kızıllıklarında sonbaharın konuşmasında hazan manzaraları fark ediliyordu. Mevsiminin sarı yaprakları savrulduğu gibi duygularım ve hissiyatım hüzünlü gurbetlerin ve ayrılıkların matemiyle iyice sarsılmıştı. “Ya bâkî entel bâkî” tefekkürüyle Bâkî-i Zülcelâl’in iman ve Kur’ân limanına sığınarak teselli buldum. “Şu kâinat baştan başa Hakîm-i Zülcelâl’in eserleriyle süslenmiş…” olarak gördüm.
Üstad Hazretlerinin tabirleriyle; her gün değişen, yenilenen yeryüzü sayfası üstünde mahlûkat, tebeddül ve tagayyür ederek kafileler hâlinde zaman nehrinde intizam içinde ebediyete akıp gidiyor… Hakikatleri ile dünya misafirhanesinin bir han bir bekleme salonu olduğunu anladım.
Dipnot:
1- Tirmizî, Deavât, 82/3510