Her sabah güneşin doğuşu ile yeni bir gün başlar, yeni bir dünya kurulur yeryüzünde.
Ufuklardan şafakta başlayan ışık huzmeleri ile gecenin zulmeti siyah tül gibi yeryüzünden yavaşça çekilir. Etraf aydınlanır, hayat emareleri, işaretleri, renkleri, sesleri, nefesleri fark edilir. Kusursuz işleyen sistemin ölçülü, hikmetli, nizam ve intizamlı faaliyetleri insanları düşündürür, şuur sahiplerine ilhamlar verir.
Rabbimin yarattığı güzellikler, bir sanat galerisi, bir çiçek sergisi gibi teşhir edilir. Her yer sahibini gösteren isimlerin tecelligâhı, her şeyde kendine mahsus lisanlar tezahür eder, faaliyetler konuşur, intizamlar okunur arz sayfasındaki manzaralarda perde perde hikmetler görünür…
Güneşin ufuklardan her gün intizamla doğuşuna hayranlıkla bakarken o günün hikâyesi çoktan başlamış olur. Artık gecenin sessizliğinde insanın derdi, kederi, hastalığın sıkleti, ağrıların kâbusu ile dualar, rüyalar, hülyalar, hüzünler geride kalmış; yeni bir âleme uyanış ve dirilişler başlamıştır.
Günün erken saatlerinde penceredeki feslikanın kokusu, çiçeklerin rengi, kumruların ötüşleri, gökyüzünün mavi derinliklerinde akıp giden bulutlar ve uçuşan kuşların ardından uzaklara bakmanın huzur veren anları… Geçip giden yolculuğun ömür dakikalarında yeni bir günün eşiğinde, nazara çarpan tefekkür ummanından her saniyesi maziye dökülen seyyâl zamanlar…
İmanın verdiği ilim, irade ve şuur ile yeryüzü aynasında günlerin, ayların, mevsimlerin yenilenen, değişen, hayatlar, renkler, ışıklar, tazelenen nimetler, iç içe sıralanmış güzelliklerin manzarası gözlere gönüllere, ruh dünyamıza hitap ederler. Rabbimizin kudretini, rahmetini, merhametini, inayetini, nimetini nazara verir.
Ebedî âlemlerin yolculuğunda bir han ve bekleme salonu olan bu dünyadaki misafirlerine, “bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen” Rabbimizin ihsan ve ikramlarını hatırlatır.
Hayatta durgunluk, ülfet, atalet, yeknesaklık, usançtan uzak; her şeyin insan fıtratına uygunluğunu Üstad Hazretleri veciz ifade etmiştir: “Sâni-i Zülcelâl’in taze taze, renk renk, çeşit çeşit mu’cizât-ı nakşını, havârik-ı kudretini, tecelliyât-ı rahmetini, kemâl-i lezzetle seyr ve temâşâya vâsıta sûretini alır.”
Dünyanın fânî, zâil, geçici olduğu, hiçbir şeyin kararında kalmadığı, ebedî memlekete yolculuğun devam ettiği Kur’ân hakikatlerinde izah ediliyor. “Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.”
Yunus Emre, “Ana rahminden geldik pazara/Bir kefen alıp döndük mezara” diyerek bu dünya hayatındaki ömrün kısalığını söylemiş. Fânî dünyada gençliğin, güzelliğin ve servetin ahirete nispetle hiç hükmünde olduğuna işaret etmiş.
Ahiret hayatı, bu kısa ömür içinde kazanılacağından bâkî hayata hazırlanmanın önemi anlatan Üstad: “Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksat yapsa, zâhiren bir cennet içinde olsa da manen cehennemdedir ve her kim hayat-ı bâkiyeye ciddî müteveccih [yönelmiş] ise, saadet-i dâreyne [dünya ve ahiret saadetine] mazhardır.” demiştir. Eserlerinde ahirete göre bir ân-ı seyyâle olan, şimşek gibi geçen dünya hayatı ve içindekiler, ebedî saadete nispeten “bir katre serap hükmünde” olduğunu ifade edilmiştir.