Zinâ’, büyük günahlardandır. Zîrâ neslin bozulmasına, âile hayatının yıkılmasına ve içtimâî ahlâkın yok olmasına sebep olan sâri bir hastalıktır. Bir toplumu yıkan en tesirli günahların başında âile hayatını bozan ve neslin keyfiyetini tar-u mâr eden zinâ’ fiili gelir. Böylece o cemiyetin nesli bozulmuş olur. Bu nedenle hiçbir toplumda zinâ’ meşru olarak kabûl edilmez.
Bediüzzaman “Zîrâ, helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzûm yoktur.”1 der. Madem helâl dairesi keyfe kâfidir. İslâm dini, ihtiyacını helâl dairede görmemizi istiyor. Hatta ciddî zarûret sebebiyle ve birçok şart dâhilinde çok evliliğe de müsaade ediyor. Hâl böyle iken, harâm olan zinâ’ yolunu seçmek, hem âile hayatını perişan etmek, hem de toplumun ahlâkına darbe vurmaktır. Ayrıca “İnsandaki kuvve-i şeheviye selâmetli istikâmeti ve iffeti zâyi etse, ifrâtla musîbetli, rezâletli fücûra, fuhşa ve tefrîtle humûda, yani nimetlerdeki zevk ve lezzetten mahrum düşer ve o mânevî hastalığın azâbını çeker.”2
Ancak zaman âhirzaman olunca zinâ’ ve benzeri günahlar serbestçe işleniyor. Bundan dolayıdır ki “Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan, tâife-i nisâiye ve onların fitnesi olduğu hadîsin rivâyetlerinden anlaşılıyor.”3 Bu fitneler “Hayat-ı beşeriyenin maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurânî zincirleri çözer.”4 Rivâyette var ki, “Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberî ile bütün ümmet o fitneden istiâze etmiş, azâb-ı kabirden sonra “Mesîh Deccalın fitnesinden... âhirzaman fitnesinden... (Sana sığınıyoruz Allah’ım)”5 vird-i ümmet olmuş. “Allahu a’lemu bi’s-savâb” (Doğrusunu Allah bilir) bunun bir te’vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâp ederler.“6 Onun için bu âhirzaman fitnelerinde “Yatmış olan hevesât, birdenbire uyanır. Tâife-i nisâda serbestî inkişâfı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişâfı. Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu sûretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir te’siri.”7
Kazf-i muhsanât meselesi
Kazf-i muhsanât, temiz ve namuslu bir kadını zinâ’ ile suçlamak, ona bu hususta iftirâ etmektir. Bu konuda şöyle ciddî bir husus daha var. “Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zâlimâne kısmı, kazf-i muhsanât nev’idir. Yani, gözüyle görmüş dört şâhidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zinâ’ isnâd etmek, en şenî bir günah-ı kebâir ve en zâlimâne bir cinâyettir, hayat-ı içtimâiye-i ehl-i imânı zehirlendirir bir hıyânet- tir, mesut bir âilenin hayatını mahveden bir gadirdir. Evet, Sûre-i Nur bu hakâkati o kadar şiddetle göstermiş ki, vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürperttiriyor. “Onu işittiğinizde, ‘Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftirâdır’ demeniz gerekmez miydi?”8 şiddetle ferman ediyor ve diyor ki: Gözüyle görmüş dört şâhidi gösteremeyen, merdûdü’ş-şehâdettir; ebedî şehâdetlerini kabûl etmeyiniz. Çünkü yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe [namuslu kadına zinâ’ suçu isnâd etmeye] cesâret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şâhidi gösterebilir? Kur’ân-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, “Böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz, bu kapıyı kapayınız demektir.”9
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 52.
2- Şualar, s. 971.
3- Gençlik Rehberi, Karton Kapak, s. 33.
4- Şualar, s. 936.
5- Buharî, Daavât: 37, 39, 44, 45, 46.
6- Şualar, s. 923.
7- Sözler, Lemaat, s. 1184.
8- Nur Suresi, 24: 16.
9- Barla Lahikası, s. 430.