Risale-i Nur eserleri içerisinde yer alan Yirmi Sekizinci Lem’a’nın On İkinci Nüktesi çok özel bir konudan bahseder. Çünkü burada Bediüzzaman Said Nursî “bu defa takdirkârane değil, belki tenkidkârane” diyerek belirttiği iki hususu ifade etmektedir.
Biz ise yazımızda bu ikinci hususa değinerek oradan almamız gereken dersleri hatırlayacağız.
Bir kısım kardeşlerimizin tarikat hevesiyle yaptığı girişimlerin hizmetimize verdiği zararların neler olduğunu, buna benzer farklı heveslerle yapılan hareketlerin de aynı zararları ortaya çıkartıp çıkartmayacağından bahsedeceğiz.
Söz konusu nüktede ifade edildiği üzere Üstadının ve kardeşlerinin şahs-ı ma-nevîsinin rızasını ve iznini almadan yapılan bu girişimin zararları nelerdir? O zaman tarikat hevesiyle şimdi ise başka heveslerle yapılan hareketler bizim için hangi menfî neticeleri ortaya çıkartmaktadır? Söz konusu On İkinci Nükte’ye baktığımızda bunların cevabını bulmaktayız.
Birincisi; Doğrudan Risale-i Nur’a zarardır.
İkincisi; Risale-i Nur’a girmeyen muhtaçlara ve Nur’un müşterilerine zarardır. Çünkü onların çekinmelerine ve ürkmelerine sebep olunmuştur.
Üçüncüsü; Çeşitli şekillerde ve dikkatle bizi tecessüs edenlerin nazar-ı dikkatini celb ederek hizmetimize engel çıkartmalarına sebep olmak cihetiyle zarar olmuştur.
Dördüncüsü; Netice itibariyle menfaatsizdir. Zararlı bir heves yolunda şahs-ı manevînin malum ve âlî makamını düşünmemekten ortaya çıkan isabetsiz bir harekettir.
Demek ki şahs-ı manevînin rızası ve izni olmadan yapılan her şeyin bize zarardan başka bir getirisi yoktur. Şahs-ı ma-nevî yok sayılarak yapılan hareketler Bediüzzaman Said Nursî tarafından tenkit edilerek engellenmiştir. Bu şahsî davranışlara karşı şahs-ı manevî adres olarak gösterilmiştir.