5 Ekim 1908’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1878’den beri geçici işgali altında bulunan Bosna ve Hersek topraklarının ilhakını uluslararası antlaşmalara aykırı bir şekilde gerçekleştirmiştir.
Bu girişime tepki sadece devlet nezdinde kalmayıp Osmanlı halkı da Avusturya mallarına karşı boykot başlatmıştır. Boykot mallarının başında ise Osmanlı modernleşmesinin bir göstergesi olan “fes” geliyordu. Feshane başta olmak üzere çeşitli şekillerde yapılan yerli üretimler iç piyasa için yeterli değildi. Feslerin yaklaşık yüzde yetmişi Avusturya’dan temin edilmekteydi. Bu nedenle boykotun en önemli unsurlardan birisi fes kullanımının terk edilerek onun yerine kalpak giyilmesi oldu.
Bu boykot süreci devam ederken, zürafadan (zarif, ince duygulu) birisi Said Nursî’ye irfanıyla mütenasib bir esvab giymesinden bahseder. Nursî ise; “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz; hem onun yolladığı kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için yalnız memleketimin maddî ve manevî mâmulâtını giyiyorum.”1 cevabını vermiştir. Avusturya’ya boykot yaptığını iddia ederek Avusturya fesini başına koymayanlar kendi yerli ürünleri yerine yine Avusturya’dan gelen kalpakları giyiyordu. Yani boykot bazı kişiler tarafından deliniyordu. Said Nursî ise bu boykotu daha da genişleterek tüm Avrupa’ya boykot yapıyordu. Sadece kendi memleketinin maddî ve manevî mallarını kullanıyordu. Doğru ve yerinde bir iktisadî boykot nasıl yapılır herkese gösteriyordu. Bugün yaşadıklarımız ise hepinizin malumudur. Sözde İsrail boykotu altında devam eden ticaretler ve açılışlar. Hem de dua ile kurban kesilerek yapılanlar. Ucuza düşen boykot mallarını kapışanlar. Her şeyi ile isim ve resimde kalan bir boykot.
Dipnot:
1- ESDE, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 122.