Bu iki terim; birbirinin zıddı gibi görünen fakat birbirinin mütemmimi olan, can ve ten gibi iki meseledir.
Daha doğrusu; fizik ilmini, fizik ve metafizik diye ikiye ayırmak gerekir. Bu konuda Bediüzzaman “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.”1 demekle bu gerçeği çok veciz ifade etmiştir.
Hatta bu vesileyle, madem herkes aynı şeye baksa da, farklı görüyor, o hâlde gözü de; fizik gibi, beden gözü ve kalp gözü diye ikiye ayırmak gerekir. Yoksa göz göre göre bu derece tezadın ve insanlar arasındaki bu uçurumun izahı yapılamaz.
Meselâ, bir ateist veya materyalist neden sadece elma ve çekirdeğini görüp de, bir mü’min gibi çekirdeğin içindeki ağaç ve elmayı da göremez? Elbette bu bir basiretsizlik ve dar görüşlülüktür. Bir de üstelik bu basiretsizliği meziyetmiş gibi; bilgiçlik taslanması, hamakatın daniskasıdır. Bu farkı izhar edebilmek için uzun vadeli deney ve gözlemlere bile gerek yoktur. Fakat bir kısım insanlar çok aceleci olduğu için peşin hükümle kendini dalâlete mahkûm ediyor.
Yine buna mümasil; “Kimi camdan bakar, kimi cama bakar” denilmiş ve yine “Ben ayı gösteriyorum onlar parmağıma bakıyor” da, denilmiştir. İşte bunların hepsi insanlar arasındaki bakış ve anlayış farklarıdır ve mübalağa değil, birer vâkıadır. Demek oluyor ki, iman küfür meselesi bu gibi basit sebeplerden çıkıp, insanların ebedî saadet veya şekavetlerine sebep olmaktadır. Onun için Cenab-ı Hak “Ey akıl sahipleri ibret alın” 2 buyuruyor ve emrediyor. Çünkü o basiretsiz ve ferasetsizin tesadüfe verip küçümsediği meseleler birer mu’cizedir. Bilhassa itikadî meseleler şakaya gelmez. İcabında bir sinek kanadı koca bir dağı setr eder.
Demek bu gerçekleri anlamak için salt tecrübeler de yetmiyor, fıtratı fark eden bir tevhid inancı lazım ta ki bu muhteşem sistemin tesadüf değil de kanunî bir emir gereği bir istihdam olduğu anlaşılsın. Onun için iman; akıl ve bilime meydan okumaktır. Zira yer yüzünün halifesi insan olduğuna göre mahlukat ona hizmet eder. Yoksa bir odun, bizim elma, armut veya ayva yemeye ihtiyacımızı nereden bilecek? Yani âdeta her şey aslında Mûsa’nın (as) asâsı gibi mucize saçıyor fakat, bunu gözüyle gördüğü hâlde kaç kişi fark edip ibret alıyor?
Hadi olanı tesadüfe havale ettin, kesin olacakları neye havale edeceksin? Zira seni hayattaki bütün mahlukat tekzip eder. ”Biz birer emre âmâde memurlarız, tesadüf oyuncağı değiliz, bizdeki ince hesaplara senin aklın ermiyorsa bir erene sor yoksa senden davacı oluruz” gibi serzenişleri, lisan-ı hâllerinden vicdan ve iz’anın varsa işiteceksin. Bu hikmetlere değil senin bizim de, aklımız ermez, hiç olmazsa Yaratan’a teslim ol diye lisan-ı hâl ile feryat ediyorlar.
Evet insan en iyi gördüğünü zannettiklerinin bile yine bilimin tesbitiyle %95’ini göremezse neyi görmüş olabilir ki? Mesela gördüğünü iddia ettiği gözünün önündeki çekirdeğin daha yüzde doksan beşini göremediğine göre ağacı nasıl görecek? İnsanoğlu daha gördüğünü bile anlayıp kavrayamazken şu göremediği kâinat hakkında ne diyebilir ki?
Ben bir ara, alanındaki başarısından dolayı lakabı Einstein olan bir prof‘a “Hangi bilim kâinat hakkında en isabetli bilgiyi verebilir? Fizik mi? Kimya mı? Biyoloji mi? Yoksa astronomi mi? (Kur’ân-ı Kerîm’i kastederek) Yoksa bunların bileşkesini alan, kuşatıcı bir bilim dalı mı var?” diye sormuştum. Cevabını veremeyip veya vermek istemeyip, salondan ayrılmayı tercih etmişti.
Görüldüğü gibi küfrün temeli yoktur, vesselam.
Dipnotlar:
1- Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 556.
2- Haşir Suresi: 2.