Evet ahirzamanda olduğumuza ve alâmetlerin çoğunun vuku bulduğuna delil olan, sûreler, ayetler ve hadislerden bazıları da, şöyledir:
1. Asr Sûresi âdeta bu meselede bize start veriyor ve hepsine dikkat çekerek diyor ki, “Asra yemin olsun ki, insanlar muhakkak hüsrandadır” devamında da, onun çaresi olarak; tahkikî iman, amel-i salih, hakkı ve sabrı tavsiye ve icra etmeye dikkatimizi çekiyor. Genellikle hocalarımız bu meali söyler de o hüsran asrının hangisi olduğunu ve ne gibi tedbirlerin alınması gereğini söylemezler veya söyleyemezler. Çünkü o ayrıntı ancak ayrı bir ilim olan ebced, cifir ve vehbî ilim ile, tabir edilen “rasi-hun”dan olmayı gerektirir.
2. Buna göre bu ayetin riyazî işareti 1920’leri verir ki, asırların en şerir ve dehşetlisi o yıllarda başlamış ve bir asırdan fazla da geçmiş demektir. Onların kıyamet alâmetleri oluşunun diğer bir kriteri de, emsallerinin daha önce vuku bulmayıp, üstelik hem zaman (aynı zamanda üst üste çakışmalarıdır) ve tamamen orijinal olmalarıdır. Yani bu kişi ve olayların böylesine beraberliğinin tesadüfen birleşmelerini ihtimal hesabı da imkânsız kılar. Aklı kesen hesabını yapsın. Meselâ:
Aynen TC tarihinden yazıyorum: Üç Mart 1924’de çıkarılan kanunlar; 1. Hilâfetin İlgası 2. Bütün medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılması 3. Osmanlı hanedanının yurt dışına sürülmesi 4. Şer’iye evkaf ve divan-ı harp gibi, bütün dinî kamu kurumlarının kapatılması 5. Din derslerinin bütün okullardan yasaklanması ve buna ilâveten Allah demenin bile yasak edilmesi. Bu kadar anormallikler, kıyamet sarhoşluğundan başka, daha hangi akıl mantık ve iz’anla izah edilebilir? İşte daha önce emsali vuku bulmamış bu altı felâkete de, Asr Sûresi ve ayetler mu’cizâne işaretle “lefî husr” (hüsran ve pişmanlığın en derini) demektir ki, kos koca cihan hâkimiyetini kaybedip üstelik birde en âdi en alçak hain bir düşmanına mahkûm olmak ne demektir? Evet 1918 Mondros Mütarekesi hükümleri gereğince mağlup sayıldığımız için, İngilizler İstanbul’u işgal etmiş ve bu felâketler başımıza gelmiştir. Elbette Kur’-ân-ı Kerîm hak kitabımız olarak bunlara işaret edecektir ve etmiştir. Bunu deşifre etmek ilâhiyatçıların değilse kimin görevidir?
Hocalar ya korkularından ya da, cehalet veya gafletlerinden bunları anlatmamışlardır. Demek kıyamet alâmetlerinin en dehşetlileri, tâ bundan bir asır önce başlamıştır.
2. Alak Sûresi ve “innel insane leyetğa” (İnsan muhakkak azıp haddini aşar) ayeti ki, “Onun aynı zamanına ve şahsına cifir ile ve manasıyla işaret ettiği gibi, ehl-i salât ve camilere tağıyane tecavüz edeceğini gösteriyor”1 “vemen azlemü mim men menaa mesacidallah” (Allah’ın mescidlerinde Allah’ın ismini anlatmaktan alıkoyan ve harap olmaları için çalışandan daha zalim kim olabilir?)2
Yine Asr Suresi gibi bu ayetin de işaretleri aynı zamanları ve aynı şahısları, belki Birinci Dünya Savaşı azgınlıkları ki, M. Akif onlar için “Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne bela, hani tauna da züldür bu rezil istila” diyor ve Üstad’ın Beşinci Şua’ında da, o taği zalim ve bağiler işlenmiş ve hepsi de, doğum olarak 19. asrın sonu ve 20. asrın başına tevafuk etmekle, çok hayrettir ki, tam da 13. Hicr’e yani Efendimiz’in (asm) Mehdî’yi haber verdiğ zamana tekabül etmekte olup, kasdî bir tevafuk olduğu anlaşılmaktadır. Üstad ay-nen onların hepsini şâkilere karşı, hem hayatıyla ve hem de binlerce mahkemelerden mücadele ve mücahedesiyle beraat ederek yaşamıştır. Fakat üzerlerinden bir asır geçmesine rağmen bu şanlı ve mukaddes cihaddan korkak ve gafil hocaların hâlâ haberleri bile yoktur. Çünkü onlar bunu, o zaman def’i muhal bir son kıyamet alâmeti telakki edip göz ve kulaklarını kapayıp tıkamışlardır. Halbuki ki bu, ahirzamanın asıl mücahedesinin başlaması zamanı idi.
3. Hud Sûresi 105. ayetidir ki, mealen “Öyle bir gün gelecek ki, biri şâki, biri Said iki kişi konuşur” diye birini bizzat ismen diğerini sıfaten vermektedir. Ben de aynı kanaatta idim ve daha önceki bir videomda da ifade etmiştim. Bana gönderilen bir videoada da, yine hayretle, Üstad Şam’a gidip hutbe okuyunca velî bir zatın, Üstada, belli tekliflerden sonra kabul etmeyince “Vallahi bu ayetin (Hud Sûresi: 105.) ebced ve cifirle haber verdiği sensin” deyip biat ettiğini Diyarbekir Ulu Cami imamı Hafız Ali’den dinledim.
Yine bunu da tabiri caizse topu taca atarcasına ulemaissu kıyamete ertelemişler, fakat bu da bizzat olmuştur. Hatta Şamlı bir âlim bu ayetin Bediüzzaman’a işaretine dair ebcedle sabit olduğuna yemin etmektedir. Nasıl mı?
Benim anladığım; burada dikkat çeken; eşhas-ı mühimmeden bir şahsın sıfatı, çok hayırlı mühim şahsın da, ismi ifade edilerek zaten ebced aynı demektir ayrıca “şakıyyun” kelimesinin ebced veya çifrine bakılmalıdır. Buna göre de, bu alâmet olalı yine, bir asırdan fazla zaman geçmiştir. Vesselam.
Devam Edecek
Dipnotlar:
1- Şualar, s. 931.
2- Bakara Suresi: 114.