Bilindiği gibi, bu iki mefhum biri insanlığın saadet-i ebediyesi, diğeri saadet-i fâniyesi için olmazsa olmazlardan ve en mühim ihtiyaçlardandır.
Bunları yerli yerinde ve isabetle kullanmamak, mü’minleri dünya rahatından, münkirleri ise ahiret saadetinden mahrum bırakır. Aslında bunlar bir bakıma da iç içedir; zîrâ biri Cenab-ı Allah’ın kelâmı, öbürü kevnî kanun ve kitabıdır. Ancak ayrı ayrı ele alınırsa, şöyle farklılıklar ortaya çıkar:
İman: “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.”1 İşte Fahr-i Cihan Efendimiz (asm), işte Üstad Bediüzzaman. Günümüzde bir avuç Filistinli için bile bu söylenebilir. Zîrâ Gazzeli kahramanlar, en yüksek teknolojilerine rağmen dünyanın en süper ve ideolojik devletlerine, hem de neredeyse hiçbir İslâm ülkesinin bile yardım etmemesine rağmen imanıyla meydan okumuşlardır. Çünkü o İslâm ülkelerinin idarecilerinin birçoğu küresel çapta etkili olan Siyonist Yahudîlerin etkisi altındadır. Evet, kim ne derse desin bu imanın ve hakkın bir zaferidir. Yani o kahramanlar inançları uğruna “Namusluca yaşamaya imkân yoksa, kahramanca ölmek her zaman mümkündür. Ölürsek şehit, kalırsak gaziyiz.” inancıyla bu neticeyi aldılar. Zîrâ iman, en büyük imkândır.
Üstad, “İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder”2 diyor. Bu millet de imanı sayesinde dünyada sultan, hâkim olmadı mı? Biz, “Eski çağların kahraman askerlerinin torunlarıyız” diye övünürken, aslında neyi anlatmaya çalışıyoruz?
Bilim: Bir deney ve gözlem olup, belli bir dönemden sonra devreye girer. Doğru fen ise kabulümüz, yoksa menfurumuzdur. Tabiri caizse dinlerin bile -bozulmak şartıyla- eğrisi olursa; fennin noksanı, eğrisi, doğrusu olmaz mı? O zaman biri dünyamızı, biri ahiretimizi mahveder. Yanlış fenne misal; Lavoisier’in maddenin korunumu kanunu olup, o fizik, maddeyi ezelî ve ebedî kabul edip, atom parçalanmaz demesi, hem ilmen, hem imanen en büyük bir felâket olmuş, insanlık ateistlik ve inanmışlık diye ikiye ayrılarak büyük felâketlere sebebiyet verip, hatta 93 Harbi denen 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’na sebep olmuştur.
Bediüzzaman’ın doğru fen dediği müsbet ilimlere gelince; Einstein fiziği, “Kâinatta bir milyon kere milyar km’lik sahaya bir gram madde düşer, o da enerjiye dönüştürülüp biter” deyip maddenin sonunu; Big Bang ise, 13 küsur milyar yıl önce maddenin olmadığını ve büyük patlama ile meydana çıktığını ispat ederek maddenin yaklaşık yaşını dahi ortaya koymuş olup böylece materyalist ateistlere haddini bildirmişlerdir. Bu gibi ilmî verilerin materyalist tabuları yıkmaları da, imanın büyük bir zaferi olmuştur. Tam da Üstad’ın, “Akıl ve ilim ve fennin hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek.”3 sözüne denk gelmişlerdir. Çünkü gerçek fenlerin objektif verilerinin Kur’ân-ı Kerîm’in kudsî hakikatleriyle ters düşmesi mümkün değildir.
Evliya müşahede ile konuşur, hükema muhakeme ile konuşur. Muhakeme akıl ile olur, akıl ise kendisi sınırlı olduğundan bir şeyi anlayabilmek için sınırlamak mecburiyetindedir. İşte akıl yanlış sınırlar koyarsa, böyle felâketler olup insanın her iki dünyasını da mahvedebilir. Zîrâ akıl o sınırlı haliyle hiçbir şeyin künhüne tam manasıyla vâkıf olamaz. Ancak, o akla, küllî aklı temsil eden bir peygamber ve rehber lâzımdır ve hiçbir fen; hiçbir peygamberin getirdiği İlâhî mesajları çürütememiştir. Meridyen ve paralel çizgileri bile zamanı ayarlamak için izafî çizgilerdir. Bir de akıldan akla da çok fark vardır ve o aklın da akıl olması gerekir. Yani bir insan; imanî ve ilmî meselelerin medlul ve muhtevasını isabetle tayin edemezse inanmışken aldanmış duruma düşebilir. O halde, hakikate ulaşma hususunda nefsü’l-emre muttalî olmayanın hiçbir garantisi yoktur. Oraya da, ancak Cenab-ı Allah’ın peygamberleri ve “rasihun” tabir ettiği âlim kulları ulaşabilir.
— DEVAMI HAFTAYA—
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 350.
2- Age., s. 352.
3- ESDE, Hutbe-i Şamiye, s. 241.