Kişi Kendini Nasıl Biliyorsa
İman kalptedir. Görünüşte değil, şekilde değildir. Dolayısıyla kimin iman sahibi, kimin imansız olduğunu bilme imkânımız yoktur.
Bu konuda hüküm: Kişi zahirde, görünüşte Müslüman ise Müslüman kabul etmektir. Yani adam kendini nasıl niteliyorsa öyledir. Müslüman’ım diyorsa Müslüman saymalıyız. Gerçek halini de Allah’a bırakmalıyız.
Kimse dininin ne olduğunu söylemek zorunda da değildir. Kişinin Müslüman olduğunu, onun Müslüman gibi yaşayışından çıkarırız. Müslümanlarla beraber yaşayan kişi aksini söylemedikçe Müslüman kabul edilir. İmanı ve ibadeti araştırılmaz.
Nitekim, Bediüzzaman da, “‘Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz’ mealindeki ayet, o zamandaki ihbar-ı İlâhî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şüphe ile münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem ‘lailahe illallah’ der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tevbe etse, namazı kılınabilir.”1 diyor.
Son nefesinde kişinin nasıl öldüğünü ise ancak Allah bilir. İmansız bilinen birisi makbul bir tövbe etmiş olabilir. Allah bunu araştırmayı Müslümanlara emretmemiştir.
Medine Münafıkları
Medine’de münafıklar vardı. Abdullah bin Übey ibni Selül de münafıkların reisi idi. Ancak Allah açıktan bildirmedikçe, Peygamber Efendimiz de (asm) bunlarla ilgili ayrı bir tutum içinde olmazdı.
Übey ibni Selül, Peygamber Efendimiz’i (asm) kötülemek, İslâm’ı küçük düşürmek, Müslümanları birbirine takmak için elinden geleni yapardı. Peygamber Efendimiz (asm) bu nedenle çok sıkıntıya düştü. İnanır gibi gözüküyor, ama arkadan her türlü fitne ve fesadı çeviriyordu.
Bunlara karşı dikkatli olunması gerektiği ile ilgili birçok ayet indi. Münafıkûn diye bir sure indi. Resulullah Efendimiz (asm) de onlara karşı ihtiyatlı davranırdı.
Übey ibni Selül’ün oğlu Abdullah ise samimi bir Müslümandı.
Übey ibni Selül ölünce, oğlu Abdullah geldi, Peygamber Efendimiz’den (asm) gömleğini istedi.
“Ya Resulallah! Gömleğinizi verseniz de babamı onunla kefenlesem.” dedi. Ardından da; “Onun namazını kılıp ona istiğfar eder misiniz?”2 dedi.
Resulullah (asm) gömleğini çıkarıp verdi.
“Cenaze hazırlanınca da haber et, namazını kılayım.”3 buyurdu.
Serbest Bırakıldım!
Hazret-i Ömer: “Ya Resulallah! Allah sizin münafıkların namazını kılmanızı yasaklamadı mı?”4 dedi. Resulullah Efendimiz (asm) gülümseyerek: “Ben istiğfar etmek veya etmemek konusunda serbest bırakıldım. Allah, ‘Onlar hakkında ister af dile, ister dileme!’5 buyurdu. Ben de tercihimi yaptım.” buyurdu.
Oysa aynı ayet, “Onlar için yetmiş defa tövbe de etsen, Allah onları affetmeyecektir.”6 diye bitiyordu. Rivayet olunur ki, Peygamberimiz (asm), “Ben de günde yetmişten fazla tövbe ederim” buyurmuştur. Bunun üzerine de 84. Ayet nazil olmuştur. Bu ayet de şöyledir: “Onların arasından ölen hiç kimsenin namazını kılma, mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah ve resulünü inkâr ettiler ve yoldan sapmış olarak öldüler.”7
Bu ayet ve hadiselerden anladığımız: Zannımızı kişinin lehine kullanmamız gerektiğidir. Yani yarın mahşerde, “Müslüman olmadığını zannetmiştim” demek bizi mahcup eder. Ancak, “Müslüman olduğunu zannetmiştim” demekte bir sıkıntı yoktur.
Dipnotlar:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 70.
2- Müsned, 2:18.
3- Buharî, 2:76; Tirmizî, 5:280.
4- Müsned, 2:18; Müslim, 4:1865.
5- Tevbe Suresi: 80.
6- Agsa.
7- Tevbe Suresi: 84.