Adı konmayan “süreç”te tam da terörist başının terör örgütü PKK’ya “silahı bırakma’ çağrısı”nın yapılacağının söylendiği vetirede demokratik muhalefete demokrasi ve hukuk dışı siyasî operasyonlar çarpıklığı devam ediyor.
15 Temmuz Hâdisesi’nin ardından dayatılan “20 Temmuz OHAL darbesi” ile sona ermesiyle yürürlükten kalkması gereken Olağanüstü Hal dayatmaları Anayasaya açıkça aykırı olarak dayatılıyor.
Bir yandan “süreç”ten dem vururken, diğer yandan “tepeden tâlimat”la yüzde 70-80 oyla seçilmiş belediye başkanlarıyla yardımcı ve yöneticilerinin görevden alınıp yerlerine Belediye Meclisi üyelerinden değil, partili Cumhurbaşkanı’nın atadığı mülkî amirlerin “kayyım” olarak görevlendirilmesi yargısız infazı çelişkili çarpıklığı sergileniyor.
31 Mart mahalli seçimlerinin üzerinden daha bir sene geçmeden muhalefete mensup on bir belediyeye “kayyım” atanmasıyla kalınmıyor. İktidardakilerle terörist başı, Kuzey Irak’taki Bölgesel Yönetimi ve Kandil’deki terör örgütü elebaşları arasında “aracılık” yap(tırıl)an DEM’le sırf seçimlerde “kent uzlaşısı” yaptığı için ana muhalefetin hedef alınması haksızlığı ve hukuksuzluğu sürüyor. Ve bu durum, halkın irâdesinin hiçe sayılması sinsi siyasî kumpasını sözkonusu ediyor.
KAPALI KAPILAR ARKASINDA KOTARILIYOR…
“Süreç”te Şubat sonuna kadar, en geç Mart’ın ilk haftasında terörist başından terör örgütüne “silâhı bırakma” çağrısıyla 21 Mart’a denk gelen Nevruz’a girilmesinden bahsediliyor. Ancak İçişleri eski Bakanı’nın “60-70 kişi civarında kaldığı”nı söylediği yurt içindeki teröristlerin yanısıra Kuzey Irak’taki kamplarda, özellikle Kandil’de yuvalanan ve Suriye’nin kuzeyindeki binlerce teröristin nasıl tasfiye ve tahliye edilecekleri ve nereye gönderilecekleri bilinmiyor.
Oysa“Suriye Demokratik Güçleri (SGD)” gibi isim değiştirme karartmasına başvursa da, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği küresel işgalcilerin her türlü silâh, mühimmat ve lojistik destekle 120 bin militanına “ordu” oluşturup güdümlerinde “koridor devlet” kurdurmakla “ikinci İsrail” işlevini gördürüp Suriye’nin parçalanmasında koçbaşı olarak kullandıkları ve İsrail’in tam destek verdiği PYD/YPG’nin tasfiyesine “izin” vermiyor. Bu açıdan terörist başının “çağrısı”nın hiçbir anlamı kalmıyor.
Terörist başının 2013’te açıkça 'Ben savaş ve barışa karar veremem' ikrarıyla, Kandil’deki terörist elebaşlarının 2008’deki 'İmralı’nın savaşa veya barışa karar verme yetkisi yoktur' açıklamasını yinelememeleri durumunda bile, terör örgütünün lağvedilemeyeceği belirtiliyor.
Önceki sonuçsuz “açılımlar”da olduğu gibi terör örgütünün “silâh bırakması”nın ancak “yeni PKK kongresinde alınabileceği”, örgütün koştuğu diğer “şartlar”ın “kongre kararı” şartına bağlı olduğu belirtiliyor.
Aslında kamuoyuna söylenenle gerçekler birbirinden çok farklı. Bu yüzden kapalı kapılar arkasındaki “pazarlıklar”da hangi tâvizlerin verildiğinin toplum tarafından bilinmesi istenmiyor.
MUHALEFETİ TESLİM ALMA “TEZGÂHI!”
Bundandır ki Cumhurbaşkanı’nın Bahçeli’ye havale ettiği “süreç”, millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in gündemine getirilmeyerek kamuoyunun bilgisi dışında sadece iktidardakilerle terörist başı ve terör örgütü arasında karambola getiriliyor. Görünürde bir tek “terör örgütünün terörü bırakması” üzerinden kotarıldığı havası veriliyor. PKK’nın “silâh bırakmasıyla tasfiyesi” zamana yayılıyor.
Bu yüzden DEM’i muhalefet blokundan koparıp DEM’in “iktidar cephesi”ne teslimiyle “hizâya getirilmesi tezgâhı”yla muhalefet belediyelerine “kayyım” ve “kapatma” şantajları, soruşturma tehditleri savruluyor. Kısacası, teslim alınan terörist başının baskısı ve tâlimatıyla, desteğiyle “muhalefetin teslim alınması” hedeflenmiş, komplonun senaryoları sahneleniyor.
Keza “çağrı”dan sonra “anayasa değişiklikleri”nin gündeme getirilmesinden bahsedilmesi bundan.
Bundandır ki “tek kişilik otoriter rejim”de Türkiye’nin sürüklendiği vartada demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından, insan haklarından, temel hak ve hürriyetlerden, ifade özgürlüğünden tek kelime bahis yok.
Yine bu “tezgâh”la “süreç”te bir tek Cumhurbaşkanı’nın Anayasaya aykırı olarak ömür boyu iktidar koltuğunda kalmasıyla “tek kişilik ucûbe yönetim”in tahkimi var. Bunun için sürekli içi boş “yeni anayasa” lâfları ediliyor. Ancak hangi hususların düzeltileceğine, hangi maddelerin değişeceğine dair hiçbir açıklama yapılmıyor.
Hâsılı, sonunda akamete uğrayacağını bile bile “süreç” zehirleniyor; basit siyasî rant hesapları ve iktidardan düşmekle yargılanma korkusundan…