Son günlerin bir diğer çarpıklığı, kendini soykırımcı İsrail’e hizmetle “görevli” gören, kabinesinin önemli bir bölümünü soykırımcı “İsrail hayranı siyonistler”den atayan Trump’un “Gazze sürgünü plânı”na Ankara ve Şam’dakilerin çekinceli hali dikkat çekici.
Mâlum daha ilk döneminde siyonist danışmanı ve damadı Jared Kushner’ın “yüzyıl plânı”yla Nil’den Fırat’a bütün bölgeyi işgalle “arz-ı mev’ud - vaad edilmiş topraklar” ütopyasıyla “Kudüs’ü İsrail’in başşehri” ilân eden, İsrail’in Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni işgaline arka çıkan ve gerçekte 100 bin sivili katlettiği Gazze’den sonra Batı Şeria’da da Filistinlileri katledip yasadışı Yahudî yerleşim birimleri emrivakisine arka çıkan Trump’a hiçbir ciddi cevap verilmedi.
Trump’un İsrail’in bombardımanla yıkıp yaktığı Gazze Şeridi’ni “büyük bir gayr-ı menkul sitesi gibi, ABD tarafından satın alıp düzleştirilerek oteller yapılacağı, turizme açılacağı, iklimi, plajları, deniz manzarasıyla Fransız Rivierası’ndaki Monako Prensliği gibi olacağı, topraklarından sürülecek iki buçuk milyon Gazzeliye başka ülkelerin, Ürdün ve Mısır’ın toprak verebileceği, resmen işgalle tenkil çıkışı”na sessiz kalındı.
ABD’YE KIYAK ÜSTÜNE KIYAKLAR SUNULDU…
Bilindiği gibi Amerikan Yahudî Lobisi’nce İsrailli Başbakanlara takılan “cesaret madalyası”yla -tarihinde “tek Müslüman” olarak- ödüllendirilen ve Fas’tan Afganistan’a 22 İslâm ülkesini etnik ve mezhebî iftiraklarla bölüp parçalama maksatlı ABD’nin “büyük Ortadoğu Projesi (BOP) eşbaşkanı olmakla övünen dönemin Başbakanı’nın halka karşı “Ey Amerika!” resti eşliğinde İsrail’in başhâmisi ABD’ye bir dizi kıyak sunuldu.
Öncelikle 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP hükûmetinin, Irak’ı işgale giden 62 bin Amerikan askerinin silâh ve mühimmatlarıyla, 255 uçak ve 65 helikopterin yar aldığı yabancı hava unsurların Türkiye topraklarında ve üslerinde konuşlanmasını öngören “1 Mart (2003) hükûmet tezkeresi”nin Meclis’te reddedilmesine mukabil 1 Eylül 2004’te Resmî Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla “Amerikan gemi ve uçaklarının Türkiye’nin yedi deniz limanı ile altı havalimanında gizli mahiyetteki silâh, mühimmat ve askerî teçhizatın ithali, daimi nakil ve tevzii ile ihracı” güvenceye alındı. Millî Savunma Bakanı’nın ifadesiyle “tezkerenin açığı telâfi edildi.”
Akabinde 4 Temmuz 2003’te Irak’ın Süleymaniye kentinde işgalci Amerikan askerlerinin Türk askerinin başına “çuval geçirmesi” küstahlığının “en azından bir nota ile kınanması” çağrılarına Başbakan, “Ne notası, müzik notası mı?” diye karşılık verdi. Ardından 11 Temmuz 2011’de “Amerikalı çuvalcı komutan” Odierno ile CIA direktörü Orgeneral Petraeus Ankara’da törenle karşılanıp zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Akar’a “Amerikan madalyası” taktılar.
Yine Şubat 2012’de ABD’nin Türkiye’deki başta İncirlik olmak üzere onlarca askerî üs ve tesisine ek olarak Pentagon belgelerine göre “İsrail’in bölgesel güvenliği” için Malatya Kürecik’te İran ile Ortadoğu’daki Müslüman ülkeleri İsrail hesâbına gözetleyen Amerikan Füze Kalkanı Radar Üssü kuruldu; bölgeyi ve Suriye’yi ateş altına alan Patriot Füze Bataryaları Güneydoğu bölgesinde konuşlandırıldı.
Ve ABD’nin silâhlandırıp “koridor devlet” kurdurduğu PYD/YPG ile diğer taşeron terör örgütlerini maşa olarak kullanıp Irak’tan sonra Suriye’nin de ifna edilip parçalaması fitnesine seyirci kalmakla “Amerikan-İsrail tefrika plânı”nda aktif rol alındı.
NEDEN TRUMP’A CEVAP VERİLMİYOR?
Çarpıcı olan, Cumhurbaşkanı ile Saray’da bir araya gelen Suriye geçici hükûmeti Başkanı Şara bile (ilk kez) “Suriye’nin kuzey ve doğusunda uluslararası baskıların İsrail’e mutlaka uygulanması ve 67 sınırlarına dönmesi lâzım” derken, Ankara’ya gelen Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, ortak basın toplantısında “Trump’un Filistinlileri Gazze Şeridi’nden göç ettirip sürgüne göndermenin uluslararası hukuka açıkça aykırı olduğu”nu belirtirken, Cumhurbaşkanı’nın Trump’un tahkirli saçmalamalarına tek kelime değinmemesi...
Trump’ın Gazze’deki Filistinlileri kutsal topraklardan söküp atarak başka ülkelere tehcirin “insanlık suçu ve soykırımın devamı” gören muhalefetten ve kamuoyunun tepkisine rağmen iktidardakilerin Alman Cumhurbaşkanı’nın gösterdiği tepkiyi dahi göstermeyecek bir acziyette siyasî rant uğruna İsrail’le kavgadan katmerli nemalanmakla kalması. Günler sonra Cumhurbaşkanı’nın bir tek Netanyahu’ya yüklenip yine Trump’u ağzına almaması.
Belli ki ülkeyi vahim ekonomik çöküşte daha önce Cumhurbaşkanı’nın “Ben bu makamda kaldıkça serbest bırakılmayacak” dediği “casusluk suçu”ndan 35 yıl hapis cezâsıyla yargılanan Amerikalı rahip Brunson’ın, Trump’ın “Akıllı ol, aptal olma!” tahkirli mektubu ve “Ekonominizi mahvederim!” tweetleriyle serbest bırakılıp aynı gün ülkesine gönderilmesi çarpıklığında açığa çıkan kırılganlıkta Ankara’dakiler, Amerikalıların, özellikle Trump’un şantajlarından kaçınıyor.
Düşülen vartada, “Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA)” kapsamında ağır ekonomik yaptırımları imzalayıp dayatan, 40 milyar tazminat istenen “Halk Bank” ve “Zarrap” davalarını Türkiye’nin başında “Demoklesin kılıcı” gibi sallandıran ve “Cumhurbaşkanı ile âilesinin Amerika ve yurtdışındaki mal varlığının araştırılması” şantajını savuran Trump’tan çekiniliyor.
Özetle, “tek kişilik hükûmet”teki dış politika savrulmaları, Bediüzzaman’ın beyânıyla “rüzgârın her tarafa çevirebileceği, her tarafa çevrilmeye müstaid (uygun) bir ince tel” gibi zâfiyetlerle muallel “rey-i vâhid-i istibdadın (tek şahıs istibdadının)” tehditlere ve şantajlara ne denli teşne olduğunu bir defa daha tescilliyor. (Münâzarât, 38-40, 24.)