“Ey insanlar! Biliniz ki; Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise topraktandır.”
1393 yıl önce yükselen kutlu bir sesin yankılanışı bu. Hakikatin, haysiyetin, tevazu ve gerçeğin sesi bu. “Büyük Özgürlükler Sözleşmesi” sayılan Magna Carta’dan tam 583 yıl evvel, insanların hukuk önünde eşit olduğunu haykıran belge, Hz. Muhammed’in (asm) Veda Hutbesi:
“Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takva iledir.”
Kendini diğer insanlardan üstün görenlerin kulakları çınlasın! Kendilerini “üstün ırk veya millet-i hâkime” görenler bu Nebevî ikaza kulak versin.
KARDEŞLİK HALKALARI
Âdemî kardeşlik, bütün insanların Hz. Âdem’in (as) çocukları olmasından kaynaklanan en geniş kardeşlik halkasıdır. İbrahimî kardeşlik, Yahudî, Hıristiyan ve Müslümanların ortak peygamberi Hz. İbrahim’i esas alan ehl-i kitap kardeşliğidir.
Muhammedî kardeşlik ise; son olarak Yüce Yaratıcı tarafından vazedilen İslâm kardeşliğidir.
İrtibat hâlinde bulunduğumuz her bir insan, bu kardeşlik halkasının birine mutlaka dahildir. O hâlde “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah”ın kulları, kardeş olunuz!”
ÜMMET-İ İCABET VE ÜMMET-İ DA’VET
Cenab-ı Hak tüm isimlerinin tecellisini göstermek için her insanı farklı fıtratta yaratmıştır. Biliyoruz ki, insanlar dünyaya imtihan için gönderilmiştir.
Dünya imtihan meydanı ise, zıtlıklar hep olacak. Aydınlık karanlık, adalet istibdat, iyi insan kötü insan...
Fıtrat üzere yaratılan her insanda iyilik ve kötülük potansiyeli zaten var. Marifet kötülük potansiyelini bastırmak, iyilikleri ortaya çıkarıp çoğaltmaktır.
Hz. Muhammed (asm) Allah’ın son elçisi ve son davetçisidir. Dolayısıyla O’ndan sonraki bütün insanlar ümmet-i Muhammed olarak kabul edilir. Davete icâbet edenlere; “ümmet-i icâbe” İcâbet etmeyenlere ise; “ümmet-i gayr-i icâbe veya davet” denilir.
İmtihan devam ettiği müddetçe bu rollerin değişme ihtimali her zaman mevcuttur. Yani inananın kaybetmesi, inanmayanın imana gelip kurtulması ölünceye kadar mümkündür ve kimse kimseye Allah dilemedikçe hidayet veremez.
HZ. İNSAN!
Kudret nazarında “yetmiş iki millet” aynıdır. İnsanlık onur, haysiyet ve şerefine sahiptir.
“Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, onları temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattığımız varlıkların bir çoğundan üstün kıldık.”1
Dinimize göre Müslüman olsun olmasın, bütün insanlar saygıdeğerdir. İnsan hayattayken olduğu gibi ölümünden sonra da saygıya layıktır.
Hz. Peygamber (asm), yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahudî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine, “O da bir insan değil miydi?”2 buyurmuştur. Tasavvuf ehlinin kullandığı “hazret-i insan” tabiri bu açıdan manidardır.
İSTİBDAT AHLÂKSIZLAŞTIRIR, HÜRRİYET YÜCELTİR
Diğer yandan insan fıtraten mükerrem yaratılmıştır. Fıtrat gereği hakkı arıyor. Bazan bâtılı, yanlışı hak ve hakikat zannediyor. Herkes imtihan oluyor. Hürriyet istibdat mücadelesi de devam ediyor.
Hürriyet insanın kabiliyetlerini inkişaf ettirir, özünü gürleştirir, şahsiyetini, haysiyetini muhafaza eder.. “Evet, hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakkın Rahmân, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imânın bir hassasıdır.”3
İstibdat ise; kabiliyet ve şahsiyetini mahvederek onu ikiyüzlü, riyakâr, yardakçı yapar. Güçlüye karşı yaranmaya, güçsüze karşı onu ezmeye sevk ederek ahlâksızlaştırır.
Öyleyse, ‘Kahrolsun istibdat, yaşasın adalet ve hürriyet!’’ diye haykırmaya devam...
Dipnotlar:
1- İsra sûresi, 70.; 2- Buharî, Cenaiz, 49.; 3- ESDE Hutbe-i Şamiye, s. 355.