Soruyoruz; ey insanların idaresini üstlenen yöneticiler, ey yargı mensupları, ey işverenler, ey kendi sahasında yetkili olanlar!
Görevinizi yaparken vicdanınız rahat mı? Yaptıklarınız önce insanlığa, sonra kanunlara, hak ve insaf kurallarına, adalet ölçülerine uygun mu?
Uygun ise, ne mutlu size.
Bugün hayatınıza, topluma farklı gözlerle bakın lütfen. Eskilerin tebdil-i kıyafet gezdikleri gibi halkın arasına karışın. Size göre; gün geçtikçe toplumun refah ve mutluluğu artıyor mu, azalıyor mu?
Sokaktaki insanları gözlemleyin, yüzlerindeki ifadeyi okumaya çalışın. İnsanların gözlerinde yaşama sevinci ve geleceğe güven var mı? Yüzlerinde tebessüm ve mutlulukla çevresine aydınlık saçıyor mu?
Havâsdan, zenginlerden, idarecilerden halka karşı şefkat, merhamet, adalet mi yansıyor? Avâmdan havâssa, fakirlerden zenginlere, halktan idarecilere karşı hürmet, minnet ve duâ mı yükseliyor? Yoksa... Allah korusun!
DÜNYA KİMSEYE KALMIYOR
Biliyorsunuz ve bilmelisiniz ki; toplumların da adâlet, liyâkât ve eşitlik gibi temel değerlerle beslenen bir ruhu vardır. Toplum bunlarla ayakta durur, geleceğine güvenle bakar. Bu değerler erozyona uğradığında, toplumun sesi soluğu kısılır, insanların ruhu çatlar, bağları kopar.
Biliyorsunuz ve bilmelisiniz ki; ölüm var. Dünya kimseye kalmıyor, kalmayacak. İnsanlık tarihi, aynı zamanda iyi ile kötünün, zâlim ile mazlumun, adalet ile zulmün tarihidir. Kimler geldi, kimler geçti!
Makam ve mevkiler kimseye kalmadı, kalmayacak. Mahkeme kadıya mülk olmadı, olmayacak! İşin hem en güzel, hem de en ürkütücü yanı bir Mahkeme-i Kübrâda herkese yaptıklarının hesabı sorulacak; ceza veya mükâfâtı verilecek.
KÜÇÜK KÂİNAT: İNSAN
Benlik, ancak hürriyet zemininde gelişip olgunlaşır. İstibdatla yok edildiği zaman şahsiyet kayboluyor. İnsan acâib bir makine. Kudret harikası. Koca kâinat sıkıştırılmış insan olmuş. İnsanı büyütsek kâinat olacak. Duygularına sınır konulmamış. Bu duygu ve cihazlarını kendisinin ve insanlığın hayrına da kullanabilir, aleyhine de.
Dolayısıyla insan önce kendisini sorgulamalı. Kendisini sorguladığı gibi, içinde bulunduğu ailenin durumunu, mensubu olduğu parti veya grubun durumunu, yaşadığı ülkenin durumunu da sorgulamalı.
VİCDANÎ SORGULAMA
Kendisinin kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği, hayatının gayesinin ne olduğu gibi can alıcı varoluş sorgulamalarının yanı sıra, doğru iş yapıp yapmadığını, doğru kişiyle arkadaşlık kurup kurmadığını, doğru grup veya cemaatte olup olmadığını, doğru partiyi destekleyip desteklemediğini, yani çevresini de sorgular, sorgulamalıdır.
Her doğrunun içinde bir yanlışın, ‘her bâtılın koynunda bir dâne-i hakikatin’ olabileceği gerçeğini gözden uzak etmez. Çünkü yanlışlardan kurtulmanın yolu sorgulamaktan geçer. Böylece kendisini sürekli geliştirir, tekâmül eder. Adâleti tesis edebilir.
“İŞİ KOLAY KILALIM!”
Ecel kapıyı çalmadan, hâlâ fırsat varken kendimizi gözden geçirelim. Yanlışlardan ders alıp iyiye güzele doğruya yönelelim. Bediüzzaman ikaz ediyor: “Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. [...] Ölüm sekerâtı uyandırmadan evvel uyan!” (Mesnevî-i Nuriye, 112)
Koca Yunus ise, çağlar ötesinden sesleniyor: “Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz.”