Bundan yirmi sene öncesinin Avrupa’sında cephe nöbetindeki Müslümanların Ramazan hatıralarını derlemek güzel olurdu.
Cami inşasına karşı çıkanlar, minareden ezan sesine itiraz edenler, kız çocuklarının başörtüleriyle uğraşanlar ve hatta erkek çocuklarının sünnet edilmesine itiraz edenler… Liberalizm pelerinine bürünmüş Sosyal Marksizm’in, cemiyeti hipnoz ettiği zamanlardı. Marksist liberallerin münafıkâne tertipledikleri entrikalar, ister istemez Ramazan-ı Şeriflerimize de yansırdı. Yaz mevsimine denk gelen teravih namazlarını polise şikâyet eden bazı zavallılar… Belki de Müslümanların iftar sofralarına herkesten önce oturuyorlardı.
Dün, dünde kaldı. Dünden edindiğimiz tecrübelerle güzellikleri heybemize doldurarak, zamanımıza bakıyoruz. Kur’ân’ın kâinat hâkimiyetini dünya kamuoyuna ilân eden güneşin sıcaklığı, hiçbir coğrafyanın mağduriyetine müsaade etmeyecek kadar lâtif. New York Meydanı’ndaki toplu iftarlardan ve teravihlerden, Moskova’daki Kızıl Meydan’a kadar… Milyonlarca insan İslâmiyet’in güzelliğini, ellerindeki pidelerinden önce paylaşıyorlar. İstibdadın, bu kutlu yürüyüşü durdurma şansı iyice azaldı. Zira münafık Sosyal Marksistlerin hürriyet maskesi altında Kur’ân’a musallat ettikleri tetikçilerin nefesleri çoktan kesildi. Ve Kur’ân’a artık; ne sokaklarda, ne meydanlarda, ne kürsülerde, ne de saraylarda hürmetsizliğin yapılamayacağı, büyük devletlerin meclislerinden dünyaya duyuruluyor. “Kur’ân Allah’ın kelâmıdır, ona şerle uzanan eller kırılacaktır” sözünü, Ortodoks Hristiyanlığın temsilcisi söylüyor. Ve demokrasi yolundaki her milletin meclisinde; Kur’ân’a saygı toplantıları, iftar merasimleri ve Ramazan tebrikleri yapılıyor.
Otuz-kırk sene önce, AB ülkeleri ve ABD için İslâm henüz yabancıydı. Onun Avrupa’nın bir parçası olduğunu –ki bu hakîkati, Avrupalı araştırmacılar eserleriyle neşre başladılar– dile getirenler o zamanlarda cezalandırıldılar. Almanya’nın meşhur politikacısı Christian Wolf’u unutmuyoruz. Sonra ne oldu? Bu bilge adamın reis-i cumhurluğunu elinden alanlar da, halklarının baskısıyla itiraf etmek zorunda kaldılar: Evet, İslâmiyet Avrupa’nın bir parçasıdır, artık…
Avrupa’yı mutlu günlerinde uzaktan takip eden Daniel Pipes gibi mütemerrit Kur’ân düşmanlarının soluklarını da kesmiş, Avrupa Ramazanları… Efkâr-ı ammenin kendisini düşünce dünyasında linç edeceğinden çekinerek, yazmamayı tercih ediyor, gibi. Euroarabiya makalesindeki felâket tellâllığının da gidişata fayda vermediğini görerek, şimdilik çekilmeyi de uygun görmüş olabilir. Avrupa ve Amerika medyasını detaylarıyla takip edenler, Kur’ân’ın dostlarına yakın, düşmanlarının da karşı cephelerden ateş ettiklerini göreceklerdir. Fakat bu fikir savaşının da, diğer savaşlar gibi vesayet ve vekâlet ile olması çok garip… Bazen yabancı düşmanlığı, bazen Türk düşmanlığı, bazen dolaylı olarak demokrasi düşmanlığı suretleriyle medyaya ve politikaya yansıyor bu savaş.
Fânî dünyadaki son zamanlarını yaşayan misafir Müslüman Türk işçileri, sanki Ashab-ı Kehf ’in şaşkınlığını yaşıyorlar. Avrupa’nın dört bir köşesinde Ramazan’ın manevî ve maddî sofraları... Ve inkâr-ı ulûhiyetin istibdadından Kur’ân’ın hürriyetine koşan binlerce Avrupalı/Amerikalı… Rusya’daki semavî dinler entegrasyonunu Ukrayna Savaşı çoktan tamamlamış. Her bir Ortodoks Hıristiyan, Müslümanlığın, kendisinin bir parçası olduğunu yalnızca cephede görmüyor; nüfusunun yüzde onunu geçen Müslüman halkıyla Rusya, Kur’ân’ı çoktan kabullenmiş görünüyor.
Fakat bu arada, çoktandır emperyalizmin tahakkümünde bayramını yaşayamayan Afrika’yı da unutmamamız lâzım. Fakir Nijer… Zulümlerle inleyen Burkina Faso ve Mali… Hipnozla perişan bırakılmış Nijerya… Bunlar, iki-üç seneden beridir hürriyete ve insaniyete doğru koşuyorlar. AB’nin dişlerini çektiği ve tırnaklarını söktüğü Macron’un buradaki zilleti ve katliamcı askerleriyle Paris’e dönüşü, Afrika’nın bağımsızlık destanının güzel satırları olarak görülmeli.
Daha önceki yazımızda da belirtmiştik. Birçok dikkatli ve araştırmacı Avrupalı, Ramazan-ı Şerif’i, buradaki Müslümanlardan daha güzel takip ediyorlar. Belki de Üç Aylar’dan itibaren… Babalarının veya dedelerinin, hikâyelerde ve masallarda anlattıkları Asyalılarla komşu olmanın ruh dünyalarında meydana getirdiği inkılâbı ve heyecanı, biz nereden bilelim ki… Bir yönüyle akıllara hayranlık veren değişiklikler, diğer cihetiyle Avrupa’nın fıtrî mecraına dönüşü olarak kabul edebiliriz, bu manzaraları. Goethe’nin, Beethoven’in, Schiller’in, Kant’ın veya Bismarck’ın Avrupası da Kur’ân’ı dinlemiyor muydu? Onların nesli de Kur’ân güneşinden hararet ve nur almışlar ki, Avrupa’nın medar-ı iftiharı olmuşlar. Yani Kur’ân’a yönelen günümüz Avrupa’sının 17. ve 18. yüzyıl Avrupası’ndan çok da farkı yok. Bütün mesele, 19. ve 20. yüzyıllardaki yalancı, bozguncu, insaniyet düşmanı ve medeniyet yıkıcısı dinsiz materyalizm ve meyvesi Marksizm’in yalanlarıyla bunca zamandır uyutulduğumuz. Kimse uykuda kalmasın, artık… Kur’ân güneşi yeniden Mağrip üzerinden tüm kıtayı yeni bir sabah ile selâmlıyor…