Bildiğiniz üzere, tiyatro daha önce başlamıştı. Ramazan-ı Şerif’in manevî havası ve Ramazan Bayramı’nın atmosferi bizim bu meseleyi yazmamızı geciktirdi.
Küreselcilerin, kırk küsur sene önceki bizde yaptıkları ihtilâl ve uyguladığı programlarla halkımıza boca ettikleri cehaletler, ülkenin ekseriyetine yakınını olaylara seyirci yapmış. İtildikleri manyetik alanlar ve düşürüldükleri hipnozlar neticesinde tiyatroyu hakikat zannederek heyecanlananları, ağlayanları veya sevinenleri gördükçe üzülmemek elden değil. İşin en garip ciheti ise, 12 Eylül sürecinin son bekçisi AKP hükümetinin bu oyunlarda millî ve dinî hissiyatları kullanarak, ihtilâlin parçalara böldüğü milletimizi çatışma ortamlarına sürüklemesi…
İsterseniz azıcık açalım… Küreselcilerin (Neoliberal-Neocon ittifakının), bin sene devam edeceğini iddia ettikleri 12 Eylül sürecinin, demokrasi karşısındaki sıkıntılı zamanlarındaki ortaoyunlarını daha önce açıklamıştık: 28 Şubat balans ayarları… Anayasa kitapçığı ve Kemal Derviş hadisesi, “Âkıl”lerin Kürt açılımları, Cemaat-İktidar savaşı, 15 Temmuz hadisesi, kısmen COVID-19 olayı ve şimdi de İmamoğlu-AKP tiyatrosunu izliyoruz. Saydıklarımın hemen hepsi, dahilî siyasetimizi ilgilendiren hadiseler… Küreselcilerin, 12 Eylül sürecini hem ülkemizde ve hem de bölgede devam ettirmeleri çerçevesinde “dış siyaset” bağlantılı tiyatroları, saydıklarımızdan da fazladır.
AKP’nin, Küresel Sosyal Marksistlerin esiri olmasıyla, çeyrek asırlık ömrü zikzaklar, tezatlar, varlığını inkâr ve çocuklarını feda ile geçti. Düne kadar “Bay Kemal” diyerek muhalefetin demokrasi çalışmalarına öfkelenenlerin, patronlarının yardımlarıyla anamuhalefet partisindeki değişim başarısını biliyoruz. Gel gör ki, “müsamere çocuğu” dedikleri yeni genel başkanla bir başka oyunu kurmuşlar. Demokratik siyasetin teamülleri dışında ve yine hem ülke barışına, hem demokrasi yürüyüşüne mani olacak ve millete de zarar verecek yeni bir tiyatro… Aynı kulübe bağlı oldukları hâlde, oyun gereği birbirlerine rakîbane davranıyorlar. Milletin, bu usulü artık anlamış olması gerekiyordu. Bu oyunu seyredenler, bu tiyatrodaki her iki cenahın da demokrasi karşıtı olduğunu bilmelilerdi. (Zira CHP’deki militan Marksist Kemalistlerle masonların demokrasimize düşmanlıkları kadimdir.) Fransa’da eski çalışanı Macron’a yardım ve AB’yi itibarsızlaştırma uğruna muhalefeti beş sene boyunca siyasetten men eden Küresel Sosyal Marksistler için İmamoğlu ve ekibinin hiçbir ehemmiyet arzetmediğini de AKP bilmeliydi. Mağduriyetin İmamoğlu’nun partisindeki yıldızını parlatacağı beklentisinin de boşa çıktığını görmüş olduk.
Bu tiyatroda, AKP’nin kamuoyuna propaganda ettiği “Millî Ekonomi” iddiasının ne kadar temelsiz, yalan olduğunu ve hatta milletle istihza anlamına geldiğini de efkâr-ı ammeye anlatmak zorundayız. 12 Eylül sürecinin sahiplerinin Küresel Sosyal Marksistler olduğunu bilmeseydik, AKP’nin (tıpkı ANAP gibi) Neoliberallerin hizmetindeki özelleştirme, yap-işlet-devret ve bunlar gibi birçok “küresel dinozorlara kapıları açan” düzenlemeleri ve onlarca hazırlanan bütün projeleri okumadan imzalaması ve enflasyonla mücadele adı altında milletin cebindeki son kuruşu da kasıtlı olarak onlara devretmesi gibi icraatlarının mahiyetini bilmeseydik, mide bulandıran şu oyunu fark edemeyebilirdik. Millîliğin de AKP için, tıpkı dindarlık gibi yalnızca siyasî slogan olduğunu tekrar hatırlamamız gerekiyor.
Küresel Sosyal Marksistlerin, ABD’deki değişimden sonra, irtibatlı oldukları yerlerde yeni tedbirlere gittiğini biliyoruz. Türkiye’miz onlar için, önemli bir faaliyet merkezi. Süreçlerinin inkıtaa uğramaması, buralardaki demokrasilerin tevakkufuna bağlıydı. Varlıklarının demokrasiye zıt olduklarını bildiklerinden, bir süre önce anamuhalefet partisindeki operasyonu gerçekleştirmişlerdi. Küresel Sosyal Marksistlerin Millet İttifakı karşısında yaşadıkları sıkıntılar, kendilerini bilmecburiye “muhalefeti dizayn”a sevketmişti. Altılı Masa’nın meclise soktuğu bazı partilerin ihaneti de unutulmadı. Muhalefetin yeniden “Demokrasi Cephesi” oluşturmaması uğruna, hem AKP kurmayları, hem de CHP’deki neoliberal yandaşları Londra’daki kulüp başkanlarına adeta yalvarıyorlar. Lâkin nafile… 2025 yılının “Millî Demokrasiler” için diriliş senesi olması muhtemeldir.
Davos’un USAID üzerinden maaşlı elemanlarından başlayarak, küreselcilerin on binlerce yüksek maaşlı elemanları işlerini kaybettiler. Millî meclislerdeki vazifeli başbakanlar, bakanlar ve proje sorumluları teker teker dökülüyorlar. Londra ile Çin arasındaki irtibatların kesilmesine ramak kalmışken AKP, Türkiye demokrasisinin yeniden dirilişine inşaallah mani olamayacaktır. Ve böylelikle, millet olarak kırk küsur seneden beridir içinde piştiğimiz 12 Eylülcülerin fitne kazanları da devrilmiş olacak ve kıyamet kopmadan milletçe bir ferece kavuşacağız…