Bilindiği gibi daha önce yine “kardeşlik ve barış projesi” gibi çeşitli isimler altında duyurulan “süreç”ler akamete uğrarken, 2009’daki sonuçsuz denemenin ardından “ikinci dalga” olarak 2012’de âlây-ı vâlâ ile ilân edilen “çözüm süreci” de 2015’te inkıtaa uğramasıyla neticesiz kalmıştı.
Bu bakımdan, en son 15 Temmuz Hâdisesi bahaneli “20 Temmuz OHAL darbesi” antidemokratik ve hukuk dışı haksızlığın, hukuksuzluğun dayatıldığı vartada, “madem Cumhurbaşkanı Anayasaya uymuyor, o hâlde Anayasayı ona uyduralım” garabetiyle iki buçuk milyon “geçersiz oy”un oyun yine kanuna aykırı olarak “geçerli” sayıldığı 16 Nisan 2017 referandumuyla “tek kişilik otoriter rejim”e öncülük eden Bahçeli’nin yıllar sonra 1 Ekim’deki “terörist başı gelsin, Meclis’te DEM grubunda konuşsun!” çıkışıyla büyük beklentilerle başlatılan “süreç”in akıbetine dair istifhamlar devam ediyor.
MECLİS VE MİLLET YİNE DEVRE DIŞI…
Bu bakımdan gelinen safhada sadece Saray - Bahçeli ile terörist başı arasında kotarılması, terörist başının “PKK’nın silâh bırakıp kendini lağvetmesi” talebine karşı “iktidar cephesi”nden hangi “vaadler”in verildiğinin daha baştan karanlıkta bırakılması çarpıklığı “süreç”in temel handikapları arasında geliyor.
Çarpıkların başında, “tepeden tâlimat”la bağımsızlığı ve tarafsızlığı berhava edilen yargının “iktidarın sopası” hâline getirilen yargı üzerinden muhalefete operasyonların sürdüğü, seçilmiş belediye başkanlarının yargısız infazla görevden alınıp yerlerine “kayyım” atanarak hapse atıldığı, siyasî iktidara en ufak bir eleştiride bulunan siyasetçilerin, gazetecilerin, sivil toplum temsilcilerinin apar topar tutuklandığı, bir tweetle pahalılıktan yakınan vatandaşların gözaltına alındığı, ifâde ve basın özgürlüğünün ayaklar altına alınıp çiğnendiği vetirede terörist başının garip bir biçimde “ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler”den dem vurup “PKK’nın anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açtığı” gerekçesiyle “benzerleri gibi ömrünü tamamlayıp feshini gerekli kıldığı” açıklaması geliyor.
Bu durumun, tam da Cumhurbaşkanı’nın “emr-i hak vaki bulduğunda kara toprağa döneceğiz” diye “ölene kadar başkanlık koltuğunda kalacağı” mesajını verdiği sırada yine DEM’in desteğiyle muhalefet blokundan koparılıp “iktidar cephesi”nin arkasına “hizalatmak”la Anayasaya rağmen dördüncü kez adaylığıyla “tek kişilik rejim”in idamesini ve tahkimini amaçladığı her hâliyle sırıtıyor.
Aslında her ne kadar AKP sözcüsü “herhangi bir pazarlık ve ‘al-ver süreci’ yok” dese de bir yıldır kapalı kapılar arkasında sürdüğü söylenen “süreç”te bir yığın “pazarlığın” olduğu ortada. İmralı heyetinde yer alan Sırrı Süreyya Önder’in “Öcalan’ın ilettiği not”la “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nın kendini feshi, demokratik siyaset ve hukukî boyutun tanınması” şartına bağlaması, DEM eş başkanlarının bunu tekrarla ileri sürmeleri terörist başı ile Saray iktidarının başındakiler arasındaki “gizli pazarlıklar” dair önemli ipuçları veriyor.
Görünen o ki terörist başı üzerinden “terör örgütü”nün muhatap alındığı, meşru siyasetin dışlanıp millet irâdesinin temsilcisi Meclis’in devre dışı bırakıldığı şeffaf olmayan bu “süreç”te de demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetlere dair bir perspektif yok. Bir tek totaliter rejimlerdeki gibi yürütmenin yanısıra yasamayı ve yargıyı güdümüne alan “tek kişi”nin kayd-ü hayat şartıyla iktidarda kalması ile kırk bin insanın katlinden müebbede mahkûm terörist başının “umut hakkı”yla affı var.
AKAMETE UĞRAMASINDAN KORKULUYOR...
Bu arada “otoriter ucûbe sistem”e karşı “parlamenter sistem”i deklâre eden altı buçuk milyon oy almış Türkiye’nin üçüncü partisi DEM “teslim” alınırken, teröristlerin ne zaman ve kime silâh bırakacakları ve hâlen hapisteki teröristlere af getirilip getirilmeyeceği meçhul.
Yine İçişleri eski Bakanı’nın “ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz” dediği “yurt içinde kalan 60-70” teröristle Kuzey Irak kamplarındaki teröristlerle, özellikle Kandil’deki terör örgütünün kendini nasıl lağvedeceği, ne kadar tasfiye edileceği ve militanların nereye nakledilecekleri de muğlak.
Keza bütün bunlar için, özellikle Erdoğan’ın ömür boyu iktidarda kalmasıyla “tek kişilik rejim”i pekiştiren yasal ve Anayasal değişikliklerin kapsamı bilinmiyor. En derin bilinmezlik de İsrail’in Suriye’yi bombalayıp işgal ettiği karambolda terörist başının “silâh bırakma çağrısı”nın ülkenin kuzeyindeki “Suriye PKK’sı” PYD/YPG’yi kapsayıp kapsamadığıyla ilgili.
Bu açıdan, siyasî mahfillerde, HDP yöneticileri ile AKP ve hükûmet temsilcileri arasındaki “Dolmabahçe mutâbakatı” masasının 28 Şubat 2015’te bizzat Cumhurbaşkanı tarafından devrilmesindeki gibi “süreç”in tersyüz edilmesi, iktidardakilerin işine gelmediğinde bir defa daha DEM’in “terör örgütü uzantısı” hatta “terörist” karalamalarıyla “kapatılma davası”, “kayyım” tehditleriyle “süreç”in kesilmesi tedirginliği sürüyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı’nın peşinen her fırsatta “uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması hâlinde de demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz!” diyerek “şayet, verilen sözler tutulmaz, şark kurnazlıkları güdülürse günâh bizden gider, taş üstünde taş bırakmaz, operasyonlarımızı sürdürürüz” şantajını savurmasıyla “bitti” dedikleri “terör örgütünü ezecekleri” tehdidi bunun izharı.
Özetle, Meclis’in, sivil toplumun, milletin olmadığı “süreç” bir yığın muammayla muallel; bu yüzden akamete uğratılmasından korkuluyor.