Küçükken Yeni Asya’nın orta sayfalarını okurdum.
Mübarek gün ve gecelerde, özel günlerde ilanlar orda çıkardı. Kimisi ailecek verir, ailesinin ismini tek tek yazardı. Kimisi de il ya da ilçe Yeni Asya okuyucuları diye verir, ne kadar kocaman bir ailemiz var diye düşündürürdü bana.
İlerleyen zamanlarda o ailecek ilan verenlerle tanışmak, hatta arkadaş olmak, evlerinde kalmak, sofralarında bulunmak bile nasip oldu. İlk ismen tanışmada da garip bir şey oluyor. “Aaa ben sizi tanıyorum” diyorsunuz. “Nerden tanışıyoruz?” diye sorduklarında, isminizden, gazeteye verdiğiniz ilandan diyorum. Onlar için de nostalji, mutlu bir gülümseme oluyor.
Kandil geceleri ders görevi bana verilmişse ilk olarak hususî görüştüğüm başka il ilçeden arkadaşlarım varsa, onların kandil tebriğini söylüyordum. Ama Ayşe’nin Fatma’nın selamı var diye değil de, İstanbul, Kastamonu, Manisa Yeni Asya okuyucularının selamı var, kandilinizi tebrik ediyorlar derdim. Bir kişi değildi onlar benim için. Oranın temsilcisiydi. Bir beden değil, binler bedendi. Sayıları hiç önemli değildi. O ruhu içinde barındıran kocaman bir yürek oluşlarıydı önemli olan. Aslında şahs-ı manevînin de cisimleşmiş hâli gibilerdi.
Aslında Yeni Asya okuyucusu olmak çok şey demek bu yüzden. Bir bedenin bütününü gözle görülmeyecek hücreler oluşturuyorsa, Yeni Asya’yı da hep bu hücre kıymetinde okuyucusu oluşturuyordu. Herkesin kattığı bir anlam, verdiği bir soluk, akıttığı bir renk vardı. Ve Yeni Asya, hep bu rengarenkliğiyle, bir ebru teknesi gibiydi. Her rengin kendine özgü bir yeri vardı. Dışarıya atılmayan, teknede muhakkak yer bulan bir renk...
Benim için Seydişehir Yeni Asya okuyucuları birkaç isimden ibaret değildi, bir ailenin mozaiğiydi. Antalya Yeni Asya okuyucuları denildiğinde orada, bir yerlerde birilerinin var olmasını bilmemiz değildi; ne zaman yolum düşse bulacağım aile sıcaklığıydı. Hakeza İstanbul, İzmir, Trabzon Yeni Asya okuyucuları da öyleydi, Şanlıurfa, Aksaray, Karabük Yeni Asya okuyucuları da... Geyve Yeni Asya okuyucuları neyse, Bilecik, Kocaeli, Sakarya okuyucuları da öyle...
Özel günlerde ilanlara her baktığımda bunlar geçiyor içimden. Saysan baksan bir elin parmaklarını geçmez belki, ama bir bütünün parçası olunca artık her birey, ailenin temsilcisidir. Üstadın İhlas Risalesi’ndeki sırrına mazhar birer cüz’dür:
“Hakikî, samimî bir ittifakta her bir ferd, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.”
56. Yılımızı bu samimi okuyucularımızla kutlamak, büyük bir sürur ve mutluluk sebebimiz. Dualarınızla, desteğinizle, maddî manevî katkılarınızla hep var oldunuz, bundan sonra da var olunuz.