Bir şiir söylemek geldi içimden.
İçimin billurunu akıttığım, mayi gibi süzülen, sinen, yavaş yavaş yürüyen bir şiir... Bulamadım. Bulsaydım, bir yol olurdu belki, bir kanal olurdu. Vuslatın en saf hâlini, tohumun, çekirdeğin çatlayan kabuğunu anlatan, yol olan, yoldan çağıran, yola çıkaran bir köprü...
Hayatın akışı denen bir yer var. Usul usul, yavaş yavaş akan bir nehir yatağı gibi, hiçbir yerde eğleşmeyen, oyalanmayan, ne olursa olsun yoluna devam eden bir yer... Geriye doğru baktığında su gibi akmışlığını gördüğün, ama bir saniyene baktığında hiç geçmeyen bir akış bu. Zamanın içinde hapsolmuşluğun, sessizliğin derinliğinde helezonlar çizdiğin, kendi içinde kendine derinleştiğin bir yer... Tarif et deseler edemezsin. Resmini çiz deseler renklerin yetmez. Bir şarkı olsa deseler, içindeki bütün tınılar sükût eder. Varoluşun pergarıyla çizdiğin, ama o sınırları aşamadığın bir zaman dilimi...
İnsan yaşını alıp ilerledikçe, ardında biriktirdikleri nisyana düşüyor. Neler yaşadım bu yaşıma kadar dediğinde sadece boşluğu görüyorsun. Sıkı sıkıya düşündükçe düşüyor bazen önüne. Kopuk kopuk bir film gibi... Gidiyorsun, ama kendi içinde duruyorsun gibi... Yürüyorsun, ama hiçbir yere gitmiyorsun gibi... Ve üstüne ne güzel bir söylem: Hayatın akışı...
Çimento dolu bir havuzdasın. Ayakların betona saplı, çıkamıyorsun. Gözlerini kapatıyorsun. Bahçelerde koştuğunu, çimenlerde yürüdüğünü, çiçekleri kokladığını, uçsuz bucaksız gökyüzünü yattığın yerden izlediğini düşünüyorsun. Ama gözlerini açıyorsun, aynı yerdesin. Çimento dolu havuzda. Bazen böylesi hayatlar yaşadığını düşünüyorsun. Ya da o zaman dilimi, sana böyle bir sıkışmışlık hissi yaşatıyor. Zamanlar arası yolculuk yaptığın bir kapsülde, kapsül bozulmuş da tek bir zamanda kalmışsın gibi... Sürahinin içine hapsolmuş bir damla su gibi...
Hayatın akmışlığı işte burada anlamsızlaşıyor. Akıyor evet, ama kendi içinde helezon çizerek... Ânın içerisinde öyle büyük zaman dilimleri geçiriyorsun ki, bu hayatın sonsuzluğa, ebediliğe aktığını ancak öyle algılayabiliyorsun. Bir dakika bir yere oturup gözlerinizi kapatsanız, sesleri dinleseniz, o bir dakika geçmek bilmez. Fakat dünya hayatı öyle bir koşuşturmacayla geçiyor ki, ânın içerisinde ânı yaşamadan atlıyoruz basamakları.
Ve sesleniyoruz uzaklara Ahmet Hamdi Tanpınar gibi:
Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında...