Türkiye’nin dış politikadaki konumu ve iç kamuoyundaki tartışmalar bağlamında, küresel emperyal güçlerin bölgedeki ilk dayatmalarından biri olan ‘Yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için hükümete yetki verilmesine ilişkin’ 1 Mart 2003 tarihli Başbakanlık tezkeresi üzerine yeterince durulmadı.
Hatırlanacağı üzere yine Amerikalıların tesbitiyle bir “Amerikan iç darbesi” olan “11 Eylül saldırıları” bahanesiyle dönemin koalisyon hükûmeti Irak işgali için Amerikan askerlerinin silâhlarıyla Türkiye topraklarında konuşlanmasını kabul etmemesi üzerine, dönemin koalisyon ortağı olarak Başbakan Yardımcısı Bahçeli’nin 11. Kocayayla Türkmen Şenliği’ne Başbakan ile diğer ortaklarının haberi olmadan kürsüde “3 Kasım’da erken seçim var” âni ilânıyla gidilen seçimlerde partisi dahil CHP dışındaki bütün muhalefet partileri seçim barajına takılmış, AKP yüzde 34 oyla Meclis’in yüzde 65’ini doldurarak tek başına iktidar olmuştu.
AKP İKTİDARININ İLK KIRILMASI…
Daha sonra defalarca ABD’nin Fas’tan Afganistan’a yirmi iki İslâm ülkesini etnik ve mezhebî tefrikalarla bölüp parçalama projesi olan “büyük Ortadoğu projesi’nde (BOP) bir görevimiz var, biz BOP’un eşbaşkanıyız!” açıklamasında bulunan, “Irak’ı işgale giden kadın ve erkek Amerikan askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için dua ediyorum” temennisini ileten iktidar partisi Genel Başkanı Erdoğan’ın dönemin Başbakanı Gül ve parti yetkilileriyle kapalı kapılar arkasındaki toplantılarda, “tezkere mutlaka çıkmalı, aksi halde memurlara maaş veremeyeceğiz!” tehdidiyle milletvekillerine fırça attığı ifşa olmuştu.
Nitekim, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Irak üzerinden bölgedeki uygulanışıyla Irak işgaline zemin hazırlayan ‘tezkerenin’ geçmesi halinde, 1 milyar dolarlık hibe ve 6 milyar dolarlık kredi alınması konusunda Amerikalılarla anlaşmaya varıldığı basına yansımıştı.
Gerçek şu ki Meclis’teki sayısına bakarak “tezkere’nin geçeceği güvencesi” üzerine İskenderun açıklarında bekletilen onlarca Amerikan gemisindeki on binlerce askerî personelin silah ve mühimmatlarıyla yerleşecekleri Türkiye’nin Güneydoğusu, işgalle Irak’tan koparılıp emperyal işgalcilerin taşeronu ve işbirlikçisi haline getirilen Kuzey Irak durumuna düşürülecekti.
Özetle, 1 Mart tezkeresi; ABD’nin, 50 bin TIR ve iki bin kargo uçağı dolusu silah ve mühimmat sevk ettiği Suriye’de, PYD/YPG’yi silâhlandırarak bir ‘ordu’ kurmasına ve ‘koridor devlet’ oluşturmasına zemin hazırlayan, Irak’tan sonra Suriye’yi hedef alan, ardından İran ve Türkiye’yi sıraya koyan emperyal işgal projesinin ilk kırılma noktası oldu. Bu süreç, aynı zamanda Suriye’nin bölünüp parçalanmasına yol açan ve ‘Büyük İsrail’ ütopyası uğruna dayatılan hegemonya planlarının da önünü kesen bir gelişmeydi.
AMERİKALILARIN “TÜRKİYE RAPORU”NDA “REY-İ VAHİD-İ İSTİBDAD…”
Bu kırılma, CIA eski Türkiye şefi Paul Henze’nın 2006 yılında Beyaz Saraya sunduğu ve “CIA’nın eski kirli bir planı” olarak bilinen “Türkiye raporu”nda ‘Bu şekliyle (parlamenter sistemle) Türkiye’nin Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Sıkı denetim mekanizmalarından dolayı “Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclisi ikna ettiğimizde ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federalizm, yani federal devlet kurulması ise, ana plânımızda bu federasyonun adı bile konulmuşsa mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine Türkiye’de geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, Irak örneğinde olduğu gibi bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz…” önerisiyle Türkiye’de “tek kişilik rejim”e geçilmesinin asıl amacını bir defa daha ortaya koyuyor. (27.2.17, www.gundeminiz.com)
Ve “rüzgârın her tarafa çevirebileceği bir ince tel”e benzettiği “rey-i vâhid-i istibdâdın (tek kişilik otoriterliğin)”, kolay kanmaya ve aldatılmaya açık zâfiyetini nazara veren Bediüzzaman’ın, “Meşrûtiyetin [demokrasinin] sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdâdın esâsı, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir” diye ikazını bir defa daha haklı çıkarıyor. (Münâzarât, 38-40, 24)
Bu durum, ecnebîlerin işgal ve sömürü projelerinin arka planını gözler önüne seriyor.