İki buçuk milyon “mühürsüz” oyun, sandıkların açılmasına beş kala “tepeden tâlimat”la kanuna açıkça aykırı olarak “geçerli” sayıldığı 16 Nisan 2017’de referandumuyla 9 Temmuz 2018’dan itibaren dayatılan ve dünyada hiçbir benzeri olmayan “Türk tipi sistem”de demokrasi ve hukuk bütünüyle tasfiye edilmiş.
Bu yüzden “demokrasi endeksi”nde dünyada 180 ülke arasında 102. sırada “hibrit/melez demokrasi”den “otoriter demokrasi”ler arasına düşen Türkiye, “ifade ve basın özgürlüğü”nde 80. sıralarda.
Parti Genel Başkanı olarak muhalefete her türlü ağır hakarette bulunan Cumhurbaşkanı’nın muhalefetin verdiği en basit cevabının dahi soruşturulup cezalandırıldığı vasatta haksızlıklar ve hukuksuzlukları nazara vermek “suç” sayılarak “dokunan yanar” tehditleri savruluyor.
Bu arada “iktidar cephesi”nden ekonominin çöküşünü, devletin çürüyüşünü, iktidarın ülkeyi yönetememesini ortaya koyan, iktidarın yanlışlarını eleştiren medyaya, gazetecilere, muhalefetin millete ulaşma, çarşıda–pazarda vatandaşların sorunlarını dinleme ve temalı mitinglerine devam etmesi karşısında “sıkıysa sokağa çıkın” tahriki yapılıyor.
Seçilmiş belediye başkanlarına “kayyım operasyonu”, muhalefete mensup isimlere, özellikle Cumhurbaşkanı seçimlerinde “muhtemel rakipler”e yıllar öncesine gidilerek uyduruk bahanelerle “soruşturmalar”ın açılması çarpıklığı devam ediyor.
YÜRÜTME, YASAMA VE YARGI “TEK KİŞİ”DE…
Siyasetin ülkenin ve milletin meselelerini gündeme getirmesi; medyanın halkın sorunlarını, en son 36’sı çocuk 78 insanın can verdiği Bolu Kartalkaya’daki yangında olduğu gibi denetimsizlik, ihmal ve rant adına kayırmaları sorgulaması; âdeta sıradanlaşan yolsuzlukları, kamu malının hırsızlanmasını, ihaleye fesad karıştırılmasını, millet malını gasbı, “yandaş şirketler”e dolar üzerinden maliyetinden onlarca kat fazla onlarca - yüzlerce milyarın peşkeş çekilmesini tartışması, vatandaşların pahalılıktan ve partizanlıktan şikâyetleri “büyük bir suçmuş” gibi apar topar sorgulanarak topluma topyekûn tam bir “korku siyaseti” pompalanıyor.
Partili Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi’nin on beş üyesinin on ikisini atadığı, Yargıtay üyelerinin dörtte üçünü, gerisini de parlamentodaki iktidar partisi çoğunluğuyla hemen hemen hepsinin teşkiliyle, Danıştay’ın dörtte üçünü, geri kalanı ise atanmış Adalat Bakanı’nın Başkanı, Bakan Yardımcısının Başkan Yardımcısı olduğu, yine on üç üyesinden altısının Cumhurbaşkanı, geri kalan yedi üyesinin parlamentoda iktidar partisi çoğunluğuyla seçildiği, yargı bürokrasinin atanmasının da uhdesine verildiği Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından “yargının siyasîleştirildiği” vartada “tepeden tâlimat” baskısıyla yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bütünüyle berhava edilmiş.
Ve bu yetmiyormuş gibi 1982 “Darbe Anayasası” ile kurulan yürütmenin başı olan, hatta “tek kişilik hükûmet”te tek başına yürütmeyi temsil eden Cumhurbaşkanı’na bağlı Devlet Denetleme Kurumu da Anayasaya ve hukuka aykırı olarak seçilmiş belediye başkanları dahil bütün resmî kurumları, sivil toplum kuruluşlarını, vakıfları, dernekleri denetleme ve yöneticilerini tek imza ile görevden alma yetkisi veriliyor. Böylece yürütme ve yasamanın yanısıra yargı da peşinen “tek kişi”ye verilmiş.
YENİ KOMPLOLAR KURUYOR…
Özetle, 12 Eylül darbesinden kalma YÖK’ü pervâsızca partizanlıkta kullanmasında olduğu gibi “Darbe Anayasası”ndan kalan antidemokratik ve hukuk dışı emrivakileri pervasızca siyasetinde istimal eden “tek kişilik otoriter rejim”de hukukun üstünlüğü dibe vurmuş. Bundandır ki iktidardakiler, giderek oy kaybına uğradığından sürekli yeni oyunlar kuruyor. Anayasadaki mevcut hak ve hürriyetlere dair haklar uygulanmazken, sürekli “yeni anayasa”dan dem vurularak kamuoyu oyalanıyor. Sürekli yargı üzerinden “siyasî mühendislik”ler dayatılıyor.
Bu dayatmalarla muhalefeti dizayn etme, teslim alma peşinde. Söyleyeceği sözü kalmadığından muhalefete kumpas kuruyor, birbirine düşürmeye çalışıyor. Yeniden “transfer borsası” kuruyor. Ülkeyi yönetememesine karşı muhalefete dair de “ülkeyi yönetemez” algısını oluşturmaya didiniyor. Teslim alamadığını dağıtma, ifna etme; hatta tepeden tırnağa battığı yolsuzluk, ihaleye fesad, kamu malını yandaşlara peşkeşi muhalefete de bulaştırmaya, kara çalmaya çalışıyor. “Ben kötüyüm ama muhalefet de benim gibi” havasını vermeye çalışıyor.
Daha önce “MİT TIR’ları” davasında olduğu gibi aynı röportajı yayınlayan “yandaş gazete”ye ses seda çıkarılmazken, bir başka televizyonda yayınlanması, alenîleşmiş dosyalar üzerinden yayın yapılması, kendisine suçlamalar yapılmış isimlerin suçlamalar hakkında verdikleri “cevaplar” bile “suç” sayılarak “yargı sopası”yla kriminalleştiriliyor. Bu maksatla yeni yeni “komplolar” kuruyor. Tabiî tutarsa…