Antalya’daki kız öğrenciler: “Peygamber Efendimiz (asm) son peygamber; ama asrımız ahlâk bakımından çok kötü. Asrımızda peygamber gelmesi gerekmiyor mu?”
Kur’an Gençleşiyor
Asrımızın ahlâk bakımından çökmüş olması doğrudur; peki bundan kim sorumludur? Bundan din sorumlu değildir. Hazret-i Peygamber sorumlu değildir. Kur’ân sorumlu değildir. Allah sorumlu değildir.
Allah’ın gönderdiği din bâkîdir, tazedir, yenidir, kapsamlıdır, asrımızın ve diğer asırların her problemine cevap verecek niteliktedir.
İhtiyarlayan zamandır, insanlardır, geleneklerdir, medeniyet diye bilinen toplum kurallarıdır. Kur’ân değildir. Nitekim Bediüzzaman diyor ki: “İhtiyarlandıkça zaman, Kur’ân da gençleşiyor.”1
Kur’ân, Allah kelamıdır. Kıyamete kadar bâkîdir. Kur’ân’ın kıyamete kadar bâkî oluşu, bütün insanlık davranışlarının, geleneklerinin, Kur’ân’ın getirdiği nurlara göre ihtiyarlıyor olması demektir.
Kur’ân’ın hep taze kalması, bütün ayetlerinin genç, taze ve yepyeni olması demektir.
Asrımız ahlâken çürüyorsa ki maalesef doğrudur. Sorumlu kimdir?

Bir Farkındalık Gerekiyor
Evet; asrımız günahkârdır, isyankârdır, münkirdir. Ancak yeni bir peygambere ihtiyaç yoktur! Çünkü son Peygamberin bütün mesajları, bütün sözleri, bütün dini, hiç bozulmadan ortada duruyor. Allah ne gönderdiyse ortada duruyor. Hazret-i Muhammed (asm) ne söylediyse, ne yaşadıysa ortada duruyor.
Sadece amel edilmiyor. Sıkıntı buradadır.
İnsanlık yeni bir heyecan arıyor. Aradığı heyecan orta yerde, bu dinin içinde, özünde; ama farkında değil!
Bir farkındalık gerekiyor. Bu dinin son din olduğunu, hak din olduğunu, bozulmadığını, bütün dinamiklerinin taze bulunduğunu, genç bulunduğunu hatırlatmak gerekiyor. Öze dönüş çağrısı gerekiyor. Güçlü biçimde dine dönüş çağrısı gerekiyor.
Başka hiçbir dinde bu heyecan, bu dalga-boyu, bu hareketlilik yok! Avrupa’da, Amerika’da, kıtalar ötesinde berisinde binlerce insan İslam’a koşuyor. Başka bir dine değil!
Bu tesadüf mü?
Bize Düşen Okumaktır
Sabredelim ve hizmetimize devam edelim inşallah. Bizim Üstadımız beklenen imamdır. Asrın problemlerini çözmüştür. Binlerce sayfa eser bırakmıştır. Altı binden fazla sayfa! Az mı?
Eserlerin sayfaları tamamen asrın iman ve ahlâk problemlerinin çözümüdür. İmansızlığın ilacıdır. İslâm’ın son din oluşunun tescilidir. Hazret-i Peygamberin (asm) her mesajının tazeliğinin delilidir. Kur’ân’ın son kitap oluşunun hüccetidir. Allah’ın her şeye, her meseleye hâkim oluşunun belgesidir.
Okuyalım, okutalım, dersler yapalım ve Üstadımızı öğrenelim.
Bize düşen okumaktır. Okumaktır, okumaktır.
Bir an bile boş durmaksızın okumaktır. Çünkü okuyan bulur onu. Okumayan bulamaz. Okumayan sadece konuşur. Boş konuşana söyleyecek sözümüz olmaz
Endişeye mahal yok, eğer okumaya devam edersek.
Üniversiteli bir Nur Talebesi olan ve daha 50’lerde Almanya’ya gidip hizmetlerine oralarda devam eden Abdülmuhsin Ağabey, Üstada yazdığı bir mektupta der ki:
“Risale-i Nur’u dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasına nail olan biz bir kısım üniversite gençliği, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile değil, tahkikî ve tetkikî bir surette, sarsılmaz ve sarsılmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanıyoruz ki; zemin yüzünün bu asra kadar görmediği bir vahşet ve dehşetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadı, Bediüzzaman, ortadan kaldırmaya inayet-i Hak ile muvaffak olacaktır.
Bizim bu kanaatimiz, safdilâne veya tahminle değildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için, muarız olan dahi bu hakikati kalben tasdik edecektir. Dua ve şefkat buyurun; Kur’ân ve iman hizmetinde fedaî olalım, Risale-i Nur’u bir dakikamızı bile kaybetmeden okuyalım, yazalım, ihlâs-ı tâmme muvaffak olalım.”2
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lahikası, s. 179
2-Tarihçe-i Hayat, s. 660-661.